Yüzen tabut

Struma’yı romanlaştırmak sıradan bir belgesel yazmaktan daha zor bir iş ve akademisyen-gazeteci-yazar Halit Kakınç bunu başardı. Yazar kitabın önsözünde; bu çalışmanın amacının o dönemin Türkiye’sini aklamak veya karalamak olmadığını, o günleri günahları ve sevapları ile objektif bir şekilde yansıtmaya çalıştığını belirtiyor.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı 0 yorum
19 Eylül 2012 Çarşamba

edea, 1919 Bükreş doğumlu, babası yoksul bir elbise tamircisi. Başarılı bir öğrenci olan Medea, okulu bitirince sekreter olarak iş hayatına atıldı. 1940 yılında Medea, Saimon’la tanıştı, birbirlerine âşık oldular ve evlendiler.

İki aile arasındaki gelir farklılığının hiçbir önemi yoktu. Ancak bu evliliğe baştan beri karşı çıkan Saimon’un annesi Luisa düğüne bile katılmadı. Diğer yandan Nazi katliamı haberleri kulaktan kulağa dolaşmaya başlayınca yeni evli çift kurtuluşu göç etmekte buldu, kalkacak gemiye iki bilet aldı.

Genç çift son bir kez anneyle barışarak hayır duasını almak istedi. Ancak kapıyı açan hizmetçi onları biraz beklettikten sonra annenin hayır duası yerine bedduasını iletti: “Soğuktan cefaların en kötüsünü çekin… Bir yudum suya hasret kalın… Dudaklarınız kurusun… Bir dilim ekmeğe bile muhtaç olun!..”

Medea çıktıkları deniz yolculuğunda bebeğini düşürünce Or-Ahayim Hastahanesi’ne kaldırıldı. Saimon ise Şile açıklarında torpillenen Struma Gemisi’nde yaşamını yitirdi.

Medea, haftalar sonra bir akrabasına yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Söyleyin kayınvalideme, ağzından çıkan lanetin her kelimesi aynen bire bir gerçek oldu”!..

Akademisyen-gazeteci-yazar Halit Kakınç’ın tamamen gerçeklerden esinlenerek belgesel roman türünde kaleme aldığı ‘Struma’ adlı kitabının bu bölümünden çok etkilendim, çok çarpıcı buldum. Bu nedenle de geçen hafta gazetemizde Ester Yannier’in yazarla gerçekleştirdiği söyleşide de değinilen bu dramı bir kez daha paylaşmak istedim.

Struma’yı romanlaştırmak sıradan bir belgesel yazmaktan daha zor bir iş ve Halit Kakınç bunu başardı. Yazar önsözünde; bu çalışmanın amacının o dönemin Türkiye’sini aklamak veya karalamak olmadığını, o günleri günahları ve sevapları ile objektif bir şekilde yansıtmaya çalıştığını belirtiyor.

769 Yahudi’ye mezar olmuş Struma faciasında 14-15 yaşında bir genç olan ve babası ile birlikte gemidekilere ekmek taşıyarak yardımcı olmaya çalışan İshak Alaton, kitabın girişinde yer alan, ‘Arınma ve Günah Çıkarma Zamanı’ başlıklı yazısında şöyle demekte; “Devlet saydamlaşırsa, hesap verme gereği duyarsa bir daha böyle cinayetler olmaz diyorum. Yani, bu şekilde, toplumda ve devlette büyük bir yüzleşme, arınma ve huzura erme yolunda bir zihinsel devrim yaşamamızın önemini dile getiriyorum. Umudumu yitirmedim. Bu yolda hızla ilerliyoruz”.  

Struma hakkında gerçekten Türkiye’de pek az araştırma yapıldı. Prof. Dr.Çetin Yetkin, ‘Struma Batılıların Kirli Yüzü’ adlı kitabında olayın suçlusunun Batı olduğunu, faciadan tek kurtulan David Stoliar’ın dönemin Türk hükümetini suçlayan ifadelerinin gerçekle bağdaşmadığını ileri sürmekte.

Hakan Akdoğan’ın 2007 yılında yayımlanan ‘Struma Karanlıkta Bir Ninni’ adlı kitabı, Rıfat N.Bali’nin, romanda kendi kitaplarından kaynak gösterilmeden yararlanıldığı gerekçesi ile açtığı davanın lehine sonuçlanması üzerine piyasadan toplatıldı.

Rıfat N. Bali de ‘Devletin Yahudileri ve Öteki Yahudi’ adlı kitabında Struma Faciası’nın niye tarihin unutulmuş bir sayfası olarak kaldığını, yıllar sonra gündeme nasıl geldiğini ve kamuoyunun tepkisini irdelemekte.

6 Eylül 2000 tarihli Şalom Gazetesi manşetten; ‘Denizde anlamlı tören’ başlığı altında gemide büyükanne ve büyükbabasını kaybetmiş olan İngiliz Greg Buxton’un girişimi ile bir anma töreni düzenlendiği haberini verdi. Törene dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak, Hahambaşı Vekili Rav İzak Haleva ve Cemaat Başkanı Rıfat Saban ile diğer cemaat yetkilileri katıldı.

Anma törenini gazetemiz adına gemide izleyen Lüizet Palombo, ‘Struma’ya Yolculuk’ başlıklı yazısını Greg Buxton’un törende hazır bulunanların akıllarından uzun süre çıkmayacak bir cümlesini aktararak bitirdi. “Bu projeye Struma’nın tam yerini bulmak için başladık. Yerini bulduk mu? Struma Karadeniz’in neresinde olursa olsun, onun gerçek yeri bizlerin anıları ve kalpleridir.”.

Gerçek ise bir ölçüde farklıydı; yabancıların dalış izni alma konusundaki bürokratik engellerini aşmak için Su Altı Araştırmacılar Derneği ile işbirliği yapmaya karar veren Buxton ile SAD arasında anlaşmazlık çıkınca iki grup birbirleriyle rakip duruma düşerler. Amaç kim daha önce batığı bulacağa dönüşür.

SAD, gerek gazetemizde yayımlanan bir yazıda, gerekse Sualtı Dünyası Dergisi’nde (Mayıs 2000, sayı 53) Struma batığının yerini tespit ettiğini duyurur. Struma bulunmuş muydu veya bulunan batık Struma mıydı? Bilemiyoruz.

Geçtiğimiz hafta Kuruçeşme’de bir gemide düzenlenen sembolik anma töreninde bulunmak farklı bir deneyimdi. Struma’nın torpillendiği günde olduğu gibi hava fırtınalı değildi, ancak yine de esen kuvvetli rüzgâr Sarayburnu’na hareket etmemizi engelledi.

Oysa Struma bir römorkörle Şile açıklarına çekilip kaderine terk edildiğinde ne çapası, ne motoru vardı. Medea ve Saimon’unki gibi pek çok birliktelik, karada başlayıp gemide sürdürülen aşk hikâyeleri, kimi zaman umut, kimi zaman umutsuzluğun ağır bastığı duygular, Roş Aşana Bayramı’nın bile kutlanamamasının üzüntüsü, hepsi denizin karanlığına gömüldü.

İşte Halit Kakınç’ın ‘Struma’ kitabını o duyguları bir nebze hissedebilme, kayıpların anılarıyla bütünleşme adına alıp okumak gerekir.

ŞANA VE HATİMA TOVA

 

2 Yorum