Her şey göründüğü gibi değil…

“Yaşlanma, her insanın hem çok istediği, hem de hiç istemediği bir dönemdir. Her insan, yaşlılığa doğru koşar. Yaşlılık da sevgi gibidir, saklanmaz,” Thomas Dekker. İnsan ömrü uzuyor. Buna karşılık yaşlıların sosyal güvenceleri, rahat bir emeklilik umutları giderek azalıyor. Hayatın bu döneminde de yaşam kalitesinin yükseltilmesi için ne yapılabilir?

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
1 Ağustos 2012 Çarşamba

Yirminci yüzyılın ilk yarısında Türk Yahudi toplumu az buz badireler atlatmadı; yoksul kesimin yanı sıra yüksek eğitimli bir kitle de başta İsrail olmak üzere pek çok ülkeye göç etti. Kalanların bir bölümü Edirne, Çanakkale, Gelibolu, Adana, Hatay, Ankara gibi kentlerden İstanbul’a taşındı.

Yaşam nispeten kolaydı, iş kurmak da öyle. 5-10 bin lirayı bir araya getiren iki ortak ya manifaturacılık ve hazır giyim,  ya tuhafiyecilik, ya da zahirecilik türü işlerden geçimini çıkarmaya başladı. Bu orta sınıfın büyük beklentileri yoktu; belki 60 model bir Opel, bir Anadol,  Şişli’de bir daire…

80’li yıllarda ithalat, ihracat, mümesillik… Üniversitelerde okuyanların sayısı artıyor, ancak genelde daha refah bir yaşam düzeyi amaçlandığından Özal döneminin getirdiği liberal ortamdan yararlanmanın yolları açılıyordu. Türk Yahudileri için birkaç lisan bilmek önemli bir artıydı.

İki binli yıllara gelindiğinde en belirgin özellik ‘baba mesleğinin’ cazibesini yitirmesi, küçük sermayelerle iş kurmanın olanaksızlaşması, genel toplumdaki eğilime uygun olarak en üst düzey bir eğitimin nerede ise zorunlu hale gelmesiydi. Yine de at binenin kılıç kuşananın…

Son yıllarda, Türk Yahudileri tüketim açısından önemi yadsınmayacak bir potansiyel oluşturmalarına karşın epeyce kan kaybına uğradı. Ne var ki Hahambaşımızın her vesile ile ‘tevazu’ içinde bir hayat sürme yönündeki uyarıları pek çoğumuzu ‘olmazsa olmaz’ türünden zorunlu bir yarıştan kurtaramadı. Hastanelerin küçük salonlarında gerçekleştirilen Brit-Mila’lar, Boğazın bilmem hangi gece kulübünde aile arası düzenlenen Bar-Mitzva veya nişan, düğün gibi kutlamalar tarihten birer anı oldu. 

Köşe yazısındaki ‘ayrıntı’larda, cemaatimizin nabzını son derece başarılı bir şekilde tutan, gazetemizin en çok okunan yazarlarından sevgili dostum Tilda Levi bir yazısında şöyle diyor: “Yaz aylarında herkes bir yerlere dağılıyor. Şehirde olanların bir kısmı hafta sonlarında ÇeşmeFethiye gibi tatil beldelerine gidiyor. Eski Adalıların bir bölümü Bodrum’a yerleşmiş durumda. Artık her koy kendi içinde bir getto… Ve anlamakta zorlandığı yeni yaşam tarzı karşısındaki hayretini de gizlemiyor:

Son 5-10 senedir genç evli, küçük çocuklu aileler yazın Çeşme’de ev kiralıyorlar. Hepsi de çok mutlu. Anne ve çocuklar yaz boyunca yazlıkta kalırken, babalar hafta içi işe gitmek üzere İstanbul’a dönüyor. (…) Bu trafiğin içinden çıkamadım.”

Sanırsınız Türk Yahudilerinin çoğunluğu tam bir ‘lüküs hayat’ modunda, bir eli yağda bir eli balda… Oysa madalyonun diğer yüzü pek de iç açıcı değil. Dedim ya ‘baba mesleği’ kavramı bir yandan tarihe mal olurken gençlerimiz de ‘her eşit vatandaş’ gibi toplumun geneli ile aynı kulvarda koşmak zorunda kalıyor. Yeterli donanıma sahip olmayanların işi zor…

Tanrı herkese huzur içinde bir yaşlılık bahşetsin! Ancak duyduğum -belki pek sıradan bir olay- beni oldukça sarstı. Hanım seksenlerinde, beyi doksana yaklaşmış, duymuyor, görmüyor. Anadolu yakasındaki daireyi satıp orada kiracı olmuşlar. Dairenin parası ile bir süre yaşamlarını idame ettirmişler. Şimdi o da bitmiş.

Sordum; “Peki, ne yerler, ne içerler, alışverişi kim yapar?” Bir çocukları Büyükçekmece’de oturur, diğeri ise İsrail’e göç etmiş. Allah yardımcıları olsun…

Düşündüm, Barınyurt’umuz var, İhtiyarlar Yurdumuz var. Yıllar önce Petah Tikva’da Selanik kökenli Yahudilerin oluşturduğu 1956 yılından beri faaliyet gösteren ‘Beit Avot Leon Recanati’yi ziyaret etmiştim.  Özellikle ‘ladino’  konuşan 200 yaşlının kaldığı ihtiyarlar yurduna girmenin bir koşulu evini kuruma bağışlamak ve sosyal sigortadan gelen emeklilik ile diğer masrafları karşılamaktı.

Ortalama yaşam süresinin arttığı da göz önünde bulundurulduğunda cemaatimizin bu iki kurumunu farklı bir yapı altında birleştirmenin yanı sıra bu yönde bir bilincin de yaygınlaştırması için girişimde bulunulması kanımca temel öncelikler arasında yer almalıdır.