Bizans İmparatorluğundan alınacak dersler

Köşe Yazısı
8 Haziran 2012 Cuma

Micheal AUSLIN

Bizans İmparatorluğunun 1100 yıllık tarihi 21.yüzyıla çok uzak görünebilir ancak bu tarihi okumak ve öğrenmek, bizlere çok önemli en az üç ders sunar. Doğu Roma İmparatorluğunun yaşadığı tehlikeli ve ölümcül zayıflıkları anlamak, bugün Amerika’nın karşı karşıya kaldığı politik ve ekonomik problemler ile onlara verilebilecek tepki seçeneklerini anlamamızı sağlayabilir.

İmparator Konstantin tarafından 330 yılında kurulan Roma İmparatorluğunun doğu yarısı, merkezini Konstantinopolis’de, diğer bir değişle ‘yeni Roma’da kurmuştu. Dördüncü yüzyıla gelindiğinde, imparatorluk neredeyse yüz yıldır süren istikrarsızlık, kırıp geçen savaşlar ve ekonomik çöküşe dayanmak zorunda kalmıştı. Doğu Roma’nın ‘Küçük Asya’dan Kuzey Afrika’ya uzanan toprakları, o dönem için daha geri kalmış batı Avrupa topraklarına kıyasla daha zengin ve çekici idi. Dolayısıyla Konstantin’in bu kaynaklara sahip olmayı garantilemesi zenginliğinin kaynağıydı. 476 yılına gelindiğinde Roma, artık barbar kabileler tarafından istila edilmiş durumdayken, Konstantinopolis imparatora taht sunuyordu.

Amerika’nın, Bizans’tan alabileceği ilk ders, bireycilik ve özgürlük hakkında. Demokrasi olmamasına rağmen, Bizans en büyük gelişmeyi, vatandaşlarına ve özellikle askerlerine daha fazla özgürlük ve sorumluluk verdiği zaman yaşadı. Yedinci yüzyılın başında İmparator Heraklius, o güne kadar sürdürülen ve özellikle taşradaki vilayetlerin sivil yönetimle idare edilmesi sistemini değiştirerek, büyük askeri bölgeler kurdu. Her bölgeye, hem sivil hem de askeri sorumlulukları yerine getirecek tek bir resmi yetkili atanarak merkezileştirme uygulanmaya başladı. Sistemdeki asıl önemli değişiklik ise, her bölgeye imparatorluk bölüklerinin yerleştirilmesi ile yaşandı.

İşin özünde askerler, her an askeri göreve çağrılabilecek -aynı zamanda da kendini geçindirebilen- çiftçiler haline geldiler. Bu da imparatorluğu, pahalı -çoğu zaman güvenilmez- yabancı paralı birlikler tutma yükünden kurtardı. Bu sistem, sınır savunmasında çok etkili bir yol olurken, aynı zamanda toprak sahibi olan bu kişiler topraklarının verimliliklerini arttırarak imparatorluğun zenginliğine zenginlik kattılar.

Bizans, kırsal kesimdeki toprakların, kişilerin sahip olduğu mülkler haline gelmesini kabul ettiğinde, gücünün yıkıcı bir şekilde zayıflamasına neden oldu. Çiftçi –askerler, topraklarından yabancılaştırıldılar. Çoğu zaman devlete fahiş vergi borçları olan, bağımsızlıklarını ve güçlerini gittikçe arttıran feodal beylerin emri altında çalışan kiracı çiftçiler oldular. Bu durum Bizans Ordusunun etkinliğini azalttı, imparatorluğun vergi gelirinin azalmasına neden oldu. Girişimci ruhu ve küçük çaptaki çiftçilerin bağımsızlığını yıkarak, Bizans ekonomisini zayıflattı, ordunun ‘içini oydu’. Nihayetinde Bizans Devleti, şahsi çıkar gruplarının, aristokratların ve feodal toprak sahiplerinin mücadelesine sahne olan, devlet işlerini ‘cepleri doldurmak’ ve kişisel anlaşmazlıkları çözmek olarak gören bir hal aldı.

Bizanslardan alınacak ikinci ders ise finansal, parasal konularda. Büyük Konstantin, kendine yeni bir başkent oluşturmanın yanı sıra bir de para birimi oluşturdu: Bizans altını - nomisma, uzun süre değerini korudu ve on birinci yüzyıla kadar Avrasya’nın uluslararası birimi oldu.

Nomisma’nın gücü, Bizans’ın yaklaşık bin yıl boyunca dünya ticaretinin merkezi olmasına katkı sağladı. İmparatorluk içerisindeki ekonomik faaliyetleri de teşvik etti. Müracaat edilen ilk ve son para birimi olarak, orta çağ ekonomisinin küreselleşmesini sağladı. Ekonominin gücünün zayıfladığı zamanlarda bile, devlet Nomisma’nın değerinin korumak için çabaladı, bu durum da kriz zamanlarında Konstantinopolis’in etkisinin devam etmesini sağladı. Ancak, büyük feodal beyler, Konstantinopolis’i topraktan, vergi gelirinden ve vatandaştan yoksun bırakmaya başlayınca, finans sektörü de çökmeye başladı. 1040’lı yıllardaki koşullar, imparatorluğu, Nomisma’nın değerini devalüe etmek zorunda bıraktı. Takip eden yıllarda, yönetim, altının içindeki metal oranını gittikçe arttırdı.

Sonuç, ekonomi için yıkıcı oldu. Bizans’ın para birimi, hızlı bir şekilde değer ve uluslararası statüsünü kaybetti. İmparatorluk içinde enflasyon arttıkça, yönetim para sisteminin istikrarını sağlamak amacıyla piyasaya yeni değerdeki paralar sürdüler. Paranın değerinin düşmesi sonucunda azalan ekonomik faaliyetlerin yarattığı açığı kapatmak için vergi miktarları düzenli olarak arttırıldı. Tüccarlar ve aynı zamanda vergi verenler, yavaş yavaş fakirleşti. Bizans İmparatorluğunun son birkaç yüzyılı istikrarlı bir para ve ticaret sektöründen yoksun, çıkar gruplarının arasındaki rekabettin giderek arttığı bir dönem oldu.

Tüm bu örnekler, Amerika birleşik Devleti için politik bir ders olabilecek son konuyu gündeme getiriyor. Bu konuyu dikkate değer bulmayan Edward Gibbon gibi bazı tarihçilerin görüşlerine rağmen, Bizans toplumu yüzyıllar boyunca süren kargaşa ve intiale rağmen kendini güçlü ve canlı tutmayı başardı. Bizans’ın kötü akıbetine ise, on yıllar boyunca verilen kötü politik kararlar neden oldu; imparatorlar tarafından verilen bazı kararlar ve feodal liderler ekonomiyi zayıflattı, orduyu baltaladı ve imparatorluğunun kültürel enerjisini tüketti.

George Ostrosgorsky, ‘Bizans Devletinin Tarihi’ adlı eserinde, Bizans halkının yeniden nasıl doğduğunu, servet yarattığını, başkentlerini geliştirdiğini ve askeri başarıyı nasıl sağladığını gösterdi. Ancak sonuçta, nesiller boyu süren, politik güce, kültürel kuvvete ve ekonomik gelişmeye zıt yönde olan kötü politik kararların üstesinden gelemediler.

Konstantinopolis, 1453 yılında Osmanlı Türklerinin eline geçtiğinde, imparatorluğun eski görkeminden geriye bir şey kalmamıştı. Avrupa’daki Ortodoks Hıristiyanlar için kilisenin ve dünyadaki dini bütünlüğün bir sembolü idi. Ancak Sultan II. Mehmet’i karşılayan şehir telef edilmiş zenginliğin ve yanlış yola sapmış bir politikanın hüzünlü hikâyesini anlatıyordu.