Geçmişe seyahat…

Köşe Yazısı
3 Mayıs 2012 Perşembe

K

eyif amaçlı çıkılan seyahatleri herkes sever. “Yeni tecrübeler olmadan içimizde bir şey uyur” der Amerikalı yazar Frank Herbert, “Uyuyan uyandırılmalıdır”… Hayatın rutin akışından sıyrılabilmenin en güzel yollarından biridir seyahat etmek. Ancak bazı şehirler vardır ki, daha havaalanına vardığınız anda mutlu eder sizi; sadece sevdiğiniz insanlar veya güzel anılarınız olduğundan değil, bir de ‘eve dönme’ hissi verdiğinden. Geçen hafta en yakın arkadaşımı ziyarete gittiğim, beş sene yaşadığım Boston şehri de benim için öyle; uçağın tekerlekleri Logan Havaalanı’nın uçuş pistine her değdiğinde içimi mutluluk ve eve dönme hissi kaplar.

***

Garip olaylar beni bulur; on günlük tatilimin ilk gecesi Boston yerine Frankfurt’ta sevimsiz bir otelde geçti. İstanbul’dan iki saat rötarla kalkan uçak yüzünden Frankfurt’ta gözümüzün önünde kaçan Amerika uçağı, bana seyahatlerin unuttuğumuz dezavantajlarından ikisini hatırlattı; İstanbul’daki Atatürk Havalimanı’nın artık yoğun hava trafiğini kaldıramadığını ve bazı ülkelerdeki havayolu çalışanlarının, her şeye rağmen havaalanımızda çalışan görevlilerimiz gibi yardımsever ve terbiyeli olmadığını. Frankfurt’a ayak bastığımızda oradaki –isim kullanmamaya çalışıyorum, siz tahmin edin- havayolu yetkilileri yardımcı olmak bir yana Türklere karşı hafif bir önyargı ve umursamaz tavır sergileyerek içinde yaşlısı, lisan bilmeyeni, iş toplantısına gideni bulunan yaklaşık on Türk’ün işlemlerini uzunca bir süre beklettikten sonra oldukça yavaş yaptılar. Ben biraz inatçı çıkıp Schengen’im olduğunu ve Avrupa’nın neresinden olursa olsun ertesi sabah erkenden Amerika’ya gitmek istediğimi söyledim. Sonuç olarak bir gece otelde konaklayıp sabahın köründe Amsterdam üzerinden Boston’a uçarak seyahatimden yarım gün kaybettim ama, güzel günlerim Frankfurt’taki sevimsiz hadiseyi unutturdu. Yazmamın sebebi ise Türkiye veya Amerika’daki havayolu çalışanlarının yardımseverliğine alışık biri olarak bu kayıtsız olayı hatırlamam. Allah kısmet ederse bir dahaki seyahatimde havayolu seçimimde dikkatli davranmam için.

***

Uzun mesafeli uçuşlarda uyuyabilenler çok şanslı. Ben yanımda çok yakın bir arkadaşım veya ailemden biri olmadığı sürece uçaklarda hiç uyuya dalamam. Bir nevi co-pilot sayılırım. Bu son yolculuğumda da uyuyamayacağımı bildiğimden, şu aralar Barnes&Noble kitapçılarında çok satanlar arasında yer alan Jonah Lehrer adlı yazarın Imagine (Hayal Et) adlı kitabıyla oyalandım. Kitap yaratıcılığın nasıl meydana çıkarabileceği üzerine kurulu. Lehrer kitabında yaratıcılığın şanslı azınlığa ait olmadığını, herkes tarafından öğrenebileceğini ve geliştirilebileceğini savunuyor. Yaratıcılığın ortaya çıkabilmesi için ilginç yöntemler olduğunu belirtiyor; örneğin çocuk gibi düşünmenin yaratıcılığı tetiklediğini, mavi rengin etkisini, hatta bazen yaratıcılığın ortaya çıkması için vazgeçecek noktaya gelmenin etkili olabileceğini anlatıyor. Benim favori kısmım ise dışarıdaki insanların bakış açısının etkisi için seyahat etmeyi tavsiye etmesi…

Beni daha yaratıcı yapar mı henüz bilmiyorum ama, çok sevdiğim arkadaşlarımla çok sevdiğim bir şehirde geçirdiğim bu hafta ruhuma iyi geldi. Bebeklik arkadaşlarımdan, okul arkadaşlarıma yaptığım sohbetler, yediğim yemekler, yürüdüğüm sokaklar hâlâ ayrıntılarıyla aklımda. Belki de Lehler haklı çıkar…