Gözyaşları

Köşe Yazısı
24 Nisan 2012 Salı

Geçenlerde bir müzeyi gezerken çeşitli madde, boyut ve şekilden yapılmış gözyaşı şişeleri ilgimi çekti. Daha doğrusu, karşılarına geçip izlediğimde, onlarla ilgili düşünüp, sorular ürettim demek daha uygun olur:

Bu nesneler nasıl, niçin, ne zaman ve hangi amaçlar için kullanılmış? Neden bu şişelere gerek görülmüş? Duygusal bir etkileşim sonucu dökülen gözyaşlarının ölçüsü niçin kanıtlanmak gereği duyulmuş? Bu şişelere her zaman gerçek gözyaşları mı doldurulmuş?

Biliyorum, bunlar için ahret soruları diyeceksiniz; ama aklıma takıldı bir kez, düşünmeden edemiyorum. Oturdum, bu şişelerin işlevleri ile ilgili kısa bir araştırma yaptım. Bulabildiğim kimi bilgiler şöyle:

Çok eski yüzyıllarda süren bir gelenek olarak, gözyaşı şişeleri tanrılara sunulurmuş.

Ölülerin arkasından, varsıllıkları oranında tutulan ağlayıcılara bu şişelerden verilir, en çok gözyaşı dökenler ödüllendirilirmiş. Ayrıca kimi geleneklerde, bunlar toplanarak ölülerle birlikte mezarlara konurmuş.

Birbirinden ayrı düşenler, özellikle sevgililer; hasret, sevgi ve özlemlerini göstermek için bu şişelere gözyaşlarını doldurarak gönderirlermiş. Yine insan düşünmeden edemiyor: Şişelerin doluluk oranıyla sevgilerinin boyutunu mu göstermek istemişler, yoksa onu somutlaştırmak için bu yolu mu seçmişler, kim bilir?

Beni asıl etkileyen, bu nesnelerin işlevlerinden, geleneklerin getirdiği inançlardan, arkeolojik değerlerinden çok onların çağrıştırdıkları:

Bunların karşısında tüm sözcükler, tümceler sanki yok oluyor. Öyle ki, binlerce sözcükle dile getirilebilecek kimi duygular, suskunluğun somutlaşmış birer kanıtı olarak, bu tür şişelere doldurulan gözyaşlarının ölçüsüyle anlatılmaya çalışılmış.

Bu güne değin, dünya yazınının başyapıtları içinde okuduğum kitapları anımsamaya çalışıyorum. Birçoğunda söze dönüşmüş, tümceleri akan gözyaşlarıyla kaleme alınmış birçok yapıt geliyor gözlerimin önüne; şiirde, romanda, öyküde, denemede, yaşam öykülerinde... Coşku, sevgi, acı, başkaldırı, korku, belki de sinmişlik duygularıyla yazılmış... Ayrıca kimi ressamların tablolarındaki renklerde, ışıkta ve gölgelerde... Kimi bestecilerin de yarattığı tınılarda, hiç dinmeyen gözyaşlarını duyumsayabiliyoruz.

Yıllar içinde, istem dışı akan birkaç damla gözyaşının, koskoca bir romanın söyleyemediklerini ya da acıyla geçen bir yaşam öyküsünün özetini, büyük bir suskunluk içinde anlatabildiğini öğrendim. Nitekim Cahit Irgat tek dizelik bir şiirle bu duyguları dile getirirken, okuyanların imgeleminde kim bilir neleri çağrıştırıyor:

“Ekmeğimi gözyaşıma bandım da yedim.”

Voltaire, gözyaşlarının acının sessiz sözleri olduğunu söylerken, ünlü Amerikalı yazar Washington Irving şöyle diyor:

“Gözyaşlarında bir kutsallık vardır. Gözyaşları bir zayıflığın değil, gücün belirtisidir. On bin sözden daha uzsözlüdürler. En derin acıları ve dile getirilemeyen sevgilerin ulaklarıdırlar.”

Keşke yüreğimizdeki umut çiçeklerini yeşertebilsek, yalnız sevinç gözyaşlarıyla sulanmış sözcükleri kaleme alabilsek!

Ne yazık ki sanat, daha çok acıların damarlarından beslenmektedir.