Yalnızlık ömür boyu...

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
29 Şubat 2012 Çarşamba

Kadın tarlanın ortasında da doğum yapsa, bir ameliyathane dolusu doktorun arasında da, bebek dünyaya yapayalnız gelir. Gelişmiş teknoloji sayesinde rahmin içine yerleştirilen kameralar, anne acı çığlıklar atar ve doktorlar onun başında arı gibi çalışırken, bebeğin doğum kanalından şaşılacak kadar kayıtsız bir yüz ifadesiyle çıktığını gösteriyor; ne en ufak bir ıstırap, ne endişe, ne de sevinç ifadesi! Tam bir umursamazlık... ya da bilinçsizlik. Ve tabii yalnızlık. Bebek dünyaya gelir, sevinç çığlıkları ve ardından ilk ağlama sesi duyulur. Koşuşturma bir süre daha devam eder, neden sonra bebek annesinin koynuna yerleştirilir.

Pek sevilen bir anekdot vardır, “bebek bu dünyaya yumrukları sıkı sıkıya kapalı gelir, her şey benim dercesine...” diye başlayan. Amaç bebeğin bencilliğini ifade etmektir ama bence kendi eli, o kısa yolculuk sırasında bebeğin tutunacak tek dalıdır.

Yalnızlık illa ki tek kişi olmak demek değildir. Bir başına olmak da illa ki yalnız sayılmak değildir. Nerede, ne zaman okuduğumu hatırlamıyorum ama aklımda şöyle bir dize kalmış: “Solitude à deux, solitude à trois, solitude des rois” (İkili yalnızlık, üçlü yalnızlık, kralların yalnızlığı). İkili yalnızlık, hatta kalabalıkların arasında yalnız olmak, kişinin kendi seçimi olmadığı sürece, tek başına yalnız olmaktan çok daha kötüdür. Hele tepedeki adamın yalnızlığı öyle derindir ki, üzerine kitaplar yazılabilir.

Yalnızlık Allah’a mahsustur denir. Bu lâfı duyduğumda şaşırmıştım çünkü aklım erdiğinde anneme sormuştum, Aşem nerede diye? Kalbinde demişti bana. Kalbimde olan Aşem, nasıl yalnız olurdu?

Aradan uzun yıllar geçti ve ben hâlâ düşünüyorum. Daha hiçbir şey yokken, O vardı. Şimdi de var, her şey yok olunca, O yine var olacak. Peki, Aşem neden evreni ve insanı yarattı? Kendini yalnız hissettiği için mi? Her yerde bulunan, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Tanrı, yaratılış işini Kendini oyalamak için mi yaptı? Çocukların oyalanmak için oyun hamuruyla şekiller yaptığı gibi... Saçma gibi gelse de bu örnekten bir fikir çıkarabiliriz. Çocuk, güzel olduğunu düşündüğü bir şekil meydana getirince ne yapmak ister? Başarısını paylaşmak ve eserini göstermek ister. Kime? Etrafında kim varsa ona...

Yüce Yaratan konusunda bu süreç tersine işlemiştir çünkü evrenin yaratılış amacı, insandır. Evet, Aşem önce evreni yarattı çünkü adamı başta yaratsaydı, onu koyacak, barındıracak, besleyecek yer bulamazdı.

İyi de Aşem, insanı “bak ne güzel bir evren yarattım” diyebilmek ve başarısını onunla paylaşmak için mi yaratma ihtiyacı duydu?

Aklımızın alamayacağı kadar (boşluğun bile bulunmadığı) büyük bir hiçlikte var olan Aşem, Raşi’nin torunlarından Rabenu Tam’ın (Yohevet’in en küçük oğlu) sıralamasına göre 13 merhamet niteliğine sahiptir (Şemot 34:6-7): (1) Aşem; (2) Aşem; (3) Tanrı (İbranice E-l); (4) Merhametli; (5) Lütufkar; (6) Öfkesini geciktiren; (7) Şefkat ve (8) Doğrulukta bol; (9) Şefkati binlerce nesil için muhafaza eden; (10) Günahı, (11) İsyanı ve (12) Hatayı bağışlayan ve (13) Temizleyen (silen).

Sıralamanın ilk üç maddesinin acilen açıklama gerektirdiğinin farkındayım, sevgili okurlar. Birinci Aşem, Tanrı’nın günah işlemeden önce insana gösterdiği merhameti ifade eder (niyetini bildiği için). Dolayısıyla kişi günah işlemeye niyet eder ama vazgeçerse, Tanrı onu cezalandırmaz.

İkinci Aşem, insanoğlu günah işledikten sonra bile ona sırt çevirmediğini ve teşuva’sını (samimi pişmanlığını) kabul ettiğini gösterir.

Üçünü maddedeki E-l ismi, güç anlamına gelir ve Yüce Yaratan’ın, Aşem ismine karşılık gelenden çok daha güçlü bir merhamete sahip olduğunu ifade eder.

Şimdi... Bu denli merhametli, şefkatli, sevecen, affedici ve lütufkar Aşem, niteliklerini kime gösterecekti? Her yerde Bir Tek O vardı. Dolayısıyla Kendi içinde çekilerek boşluğa yer açtı, boşlukta yaratılışı gerçekleştirdi ve insanı (ötekini?) meydana getirdi. Ötekinin yanına niye soru işareti koydum, biliyor musunuz? Aşem’in Kendinden yarattığı, O’nun gözünde öteki olabilir mi? Aynı mantıkla, Tek Bir Yaratıcı’nın yarattıkları olarak, birbirimizin gözünde öteki olabilir miyiz?

Ama ne yazık ki “Tanrı yeryüzünde insanı yaptığına pişman oldu ve kalbinde ıstırap çekti” (Bereşit 6:6). İnsanın, Yaratıcı’sını hayal kırıklığına uğrattığı için ağlayası geliyor, değil mi? 

Gelelim baştaki anekdotun devamına. Hani bebek dünyaya “her şey benim” dercesine yumrukları kapalı geliyordu ya? İnsan dünyaya veda ederken, elleri açık gidermiş “hiçbir şey elde edemedim” dercesine... Naçizane yorumum burada da farklı: Doğduğunda dünyaya yalnız gelen insan, yine yapayalnız ve elleri açık giderken, tam bir teslimiyetle Yaratan’ına sığınmaktadır.

Aşem hiçbirimizi yalnızlık ve yoklukla ıslah etmesin. Amen.