Struma

Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi öğretim üyesi Prof. Dr. Esra Danacıoğlu Tamur, Struma faciasının çok bilinmeyen gerçeklerini bir kez daha hatırlatıyor

Prof. Dr. Esra Danacıoğlu TAMUR Köşe Yazısı
29 Şubat 2012 Çarşamba

1933 yılında Hitler Almanya’da iktidara geçtiğinde Avrupa’nın on iki yıl sürecek karanlık bir yolculuğa başladığını herhalde pek az insan düşünmüştü. Nazizm sadece tek başına Avrupa’yı bir savaş ateşine sürüklemekle kalmadı, Nazizm’in temsil ettiği: totalitarizmin, devlet = millet düşünün pırıltılı manzarası Avrupa’nın şu ya da bu köşesinde Nazilerle doğrudan bağlantılı veya yerel ırkçılık kaynaklarıyla beslenen çeşitli hareketlerin doğmasına yol açtı. Bu hareketler Almanlara ülkelerinin anahtarlarını teslim edeceklerdi. Bu tarz ülkelerden biri Romanya’dır. Romanya, Yahudi aleyhtarlığı için, ırkçılık için kendi ‘Naziler’ini kendisi oluşturdu. 1940 sonbaharından itibaren giderek Mihver ülkeleri safhına kaydı ve Romanya’nın yerli faşistleri; Demir Muhafızlar’ın desteklediği diktatör Ion Antonescu Romanya’da iktidara geçti. Romanya bir ay içerisinde Almanya’nın 7-8 yılda hayat geçirdiği Yahudi aleyhtarı tüm düzenlemeleri yasalaştırdı ve uygulamaya başladı. Ocak 1941’de Bükreş’te Demir Muhafızlar Yahudilere yönelik tedhiş olaylarına başladılar. Şubat 1941’de 30 bin Alman askeri stratejik noktaları kontrol etmek üzere Romanya’ya girdi, bu rakam daha sonra 120 bine kadar yükselecektir. Haziran 1941’de Almanya’nın saldırısıyla (Barbarossa Harekatı) Rus-Alman Savaşı başladı. Alman ve Romen orduları hem Sovyet işgali altındaki Romen topraklarını geri aldıklarında ve hem de yeni işgal edilen bölgelerde (bu bölgelerdeki) Yahudilere yönelik kitle kıyımlarına başladılar. SSCB-Romanya arasındaki bölgede, özellikle işgal edilen Ukrayna topraklarında kurulan kamplarda 1941 sonbaharı ile 1942 ilkbaharı arasında yüz binlerce insan öldürüldü.

Doğu Avrupa’da Yahudilerinin bu durumu ve umutsuz kaçış çabaları –çeşitli Yahudi kuruluşları tarafından düzenlenen seferler dışında– bu işten servet kazanmaya çalışan bir dizi insanın da ortaya çıkmasına neden oldu. Struma’nın yolculuğu tam da böyle bir girişimdir. Yolculuğu Tourisme Mondial adlı bir şirket düzenledi. Şirket gazete ilanları yolu ile yolcu topladı:  Biletler 200 bin lei (bin dolardan fazla) on iki yaş altı çocuklar yarı fiyat, gemide altı adet özel kamara bulunmakta, özel kamarada gitmek 350 bin lei, günde bir öğün yemek ve –yolcuların üst üste yatmak zorunda kalacakları– yatacak yer şirketten. Dahası İstanbul’da Filistin vizesini alma garantisi ve birkaç kamara ile dizel motor fotoğrafı. Ama gerçek hiç de öyle değildi; Struma 1867 New Castle yapımı köhne, nehir trafiği için inşa edilmiş bir yük gemisiydi, hayvan taşımacılığında kullanılıyordu, defalarca adı ve kullanım amacı değişmişti. Kamaralar, vize garantisi, pırıl pırıl dizel motor bunların hiçbiri gerçek değildi.

Romanya Yahudilerinin en kalburüstü kesimini taşıyan Struma gemisi trajik yolculuğuna 12 Aralık 1941’de, bu koşullar altında başladı. Struma çeşitli kereler motorunun bozulmasına rağmen –çekilerek de olsa–  üç günlük maceralı bir yolculuktan sonra İstanbul limanına ulaşmayı becerdi.

Struma İstanbul’a ulaştı ama ne yazık ki İstanbul’a varış, yolculuğun zorlu kısmının bitişi ve özgürlüğe, özgür dünyaya kavuşma anlamına gelmeyecekti. İstanbul’a varış geminin yolculuğunun Karadeniz’de sonlanacak ikinci kısmının başlangıcıydı sadece. Struma İstanbul’da çok sıkı bir karantina kordonuna alındı bu koşullarda 70 gün kalacaktı. Bu 70 küsur gün geminin içerisinde şöyle geçti: Haftada bir çıkan sıcak yemek, Kızılay ve İstanbul Yahudi Cemaati’nin gıda yardımları, bir tuvaletin yeterli olmaması nedeniyle baş gösteren dizanteri, yetersiz beslenme, susuzluk ve çaresizlik hissi, dondurucu soğuk, muhtelif yiyecek hırsızlıkları, 2-3 çıldırma vak’ası, dış dünyanın geminin koşulları, kendi durumları hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığı düşüncesi, (aksi durumda özgür dünya bu trajediye kayıtsız kalabilir mi?), dönüşümlü uyuma ve bir tuvalet yetersiz olduğu için insan dışkıları ile dolu bir güvertede havalanma hakkı.

Geminin İstanbul’da kaldığı süre zarfında Filistin vizesi olan veya bunu temin edebilen birkaç kişi ve hamileliğinde dokuzuncu ayını tamamlayan Medea Salomonovich gemiden inebildi. 

Yolcular, diplomatik yazışma ve pazarlıklarının sürdüğü yaklaşık 2,5 ay boyunca karantina koşullarında bir tuvalet ve bir mutfağın bulunduğu bu gemide, ancak dönüşümlü uyuyarak ve nadirattan sıcak bir şeyler yeme şansına sahip olarak yaşamak zorunda kaldılar. İngiltere, Struma yolcularına vize vermeyi yahut Filistin’e yola devam edebilmeleri için gemi göndermeyi reddetti. Türkiye, İngiltere’nin Struma yolcularını kabul etmemesi durumunda geminin hareket limanına yani Köstence’ye gönderileceğinde ısrarcı oldu. Romanya ülkeden izinsiz çıktıklarını belirterek Struma yolcularını geri almayacağını belirtti. Özetle bu üç ülke de Struma trajedisinde hiçbir insani tını taşımayan, yaşama hakkı kavramının yakından bile geçmeyen politikalar ürettiler. 

Struma 2,5 aylık bir bekleyişten sonra, İngiltere ile Türkiye arasındaki görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine 23 Şubat akşamı Türk römorkörleri tarafından çekilerek Karadeniz’e, Türk karasularının dışına bırakıldı. Motoru çalışmamaktaydı, yakıtının olup olmadığı dahi şaibeliydi.  Gemi ertesi sabah ise büyük bir patlama ile infilak etti. 800’e yakın  (Struma’da bazı kaynaklar 769, bazı başkaları ise 785 kişinin olduğunu belirtirler) yolcusundan sadece bir kişi David Stoilar faciadan sağ kurtuldu. 

Uzunca bir süre Struma’yı, Nazi Yönetimi’nin batırdığı düşünüldü.  Zaman zaman telaffuz edilen tezlerden biri ise bir mayına çarparak batmış olduğu ya da Türkiye tarafından torpillendiğiydi. Ancak yapılan çalışmalar sonucunda Struma’nın batırıldığı tarihlerde Karadeniz’de Alman denizaltılarının olmadığını, üstelik 24 Şubat tarihinde Kaptan Dimitri Mihaelovitch Dantjko yönetimindeki Sovyet SC 213 denizaltısının 41º 23’ Kuzey / 29º 13’ Doğu koordinatlarında bir gemiyi torpilleyerek batırdığı gerçeğini ortaya koydu. Bu tarihten sonra SC 213 denizaltısının batırdığı geminin Struma olduğu tezi genel kabul gördü.

Özgür dünyanın kapılarında yaşanan bu trajedi şüphesiz kendi başına çok çarpıcıdır ancak bunun da ötesinde dramatik sonuçları olmuştur. Çünkü Doğu Avrupa’da Macaristan, Bulgaristan ve Romanya’da (yani henüz doğrudan doğruya Alman işgaline uğramamış bölgelerde) sıkışmış büyük Yahudi topluluklarına özellikle İngiltere’nin ve onun yanı sıra Türkiye’nin bu konuda ne kadar tavizsiz politikalar izlediğini açıkça göstererek, kaçabileceklerine dair umutlarını, onları özgür dünyanın bekliyor olduğuna dair tahayyüllerini ortadan kaldırır. Struma faciasından sonra ancak İngiltere’nin aleni olarak Yahudi Mültecilere Filistin kapılarını açtığı 1944 başlarına kadar bir kez daha bu tip ‘Exodus’ seferi görülmez. Hoş, belki Struma’da izlenen politikalarla murat edilen sonuç tam da budur!

Esra Danacıoğlu Tamur kimdir?

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduktan sonra tarih alanında yüksek lisans ve doktora yaptı. 1986-2003 tarihleri arasında Ege Üniversitesi’nde görev aldı. 1994-1995 yılları arasında II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye üzerinden Filistin’e Yahudi göçü konusunda çalışmak üzere Kudüs İbrani Üniversitesi’nde bulundu. Tamur, 2003 yılından bu yana Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor ve aynı üniversitenin Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanlığı yaptı.  Bir dönem Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi olan Prof.Dr. Danacıoğlu’nun II. Dünya Savaşı, Misyoner Faaliyetleri ve Sözlü Tarih - Yerel Tarih gibi alanlarda çeşitli yayınları bulunmaktadır.

Esra Danacıoğlu