Çocukluğumdan beri kar yağarken Büyükada’yı görmek isterim; bir türlü kar yağarken gidemedim ama sosyal paylaşım ağlarında iki hafta önce dönen Büyükada’nın karlar altındaki bir fotoğrafından bile olsa, adanın karlı halini sonunda gördüm. Sanırım Sevgili Tilda Levi’nin geçen haftaki yazısında bahsettiği resim de odur. Karlı bir gecede çekilen muhteşem fotoğrafta, adanın sembollerinden biri haline gelmiş saat kulesinin ve iskele meydanının bembeyaz karlar altında ‘ayak değmemiş’ hali resmedilmiş. Bu fotoğrafı gördüğümde aklıma gelen ilk kelime ‘huzur’. Büyükada’da yıllarca yaşamış olan birinin bu fotoğrafı beğenmemesine imkân yok.
***
‘Konuk evi’ kelimesinden Bozcaada’da kaldığımız klostrofobik, renk cümbüşü, valizini aç ve yürüyeme modeli odada kaldığımdan beri biraz korkarım. Bağbozumu zamanı son anda Bozcaada’ya gitme kararı verip, bir de yer bulduğu için kendini dört ayak üstüne düşmüş sanan bir grup arkadaş için konuk evine rağmen güzel deniziyle, Rum mezeleriyle, sabahtan başlayan şarap tadımlarıyla çok keyifli kısa bir tatil olduysa da, yine de kalınacak yer konuk evi olarak adlandırılıyorsa önceden biraz araştırmakta fayda var.
Büyükada’mıza geri gelirsek… İstanbul’da kar biter bitmez, biraz da fotoğraftan esinlenerek arkadaş gurubumla bir Cumartesi gecesi Büyükada’da kalmaya karar verdik. “Hangi otelde kalacağız?” dediğimde, “Maden Yılmaz Türk Caddesi’nde bir konuk evi” dediler. Neyse ki korktuğum gibi klostrofobik değil, tam tersi ferah ve zevkli döşenmiş odalara sahip beyaz bir köşk çıktı. Şubat ayında adada kalan müstahak mıdır bilmem ama bu seferki konuk evinde de kalorifer yanmasına rağmen soğuktan tireye titreye uyudum.
Her şeye rağmen Büyükada kışın o kadar değişik ve o kadar huzurlu ki, ertesi sabahki zengin kahvaltı, küçük turda Aya Nikola yolunda palto ve şapkalarla temiz havada yapılan kısa yürüyüş, sahildeki balıkçılarda birkaç masa yerli ve yabancı turistle yenen öğle yemeği ve sonrasındaki kahve keyfi, dona dona uyumanızın etkilerini oldukça azaltıyor. Biraz oksijen çarpmış, biraz yemekten rehavet çökmüş, biraz da bir önceki gecedeki üşümenin izlerini taşıyan hafif bir grip başlangıcıyla ama en önemlisi bir gün için bile olsa kafa biraz değişmiş şekilde Kabataş’a dönen tek deniz otobüsüne biniyorsunuz yavaş yavaş…
***
Ada’ya gittiğimiz cumartesi günü, o günden evvel günlerce kar yağmasına rağmen hiç kar görememek, beni ufak bir hayal kırıklığına uğrattı. Saat kulesini ve iskele meydanını karlar altında gösteren fotoğrafın içinde bulmak istedim kendimi. Kışın adada olmak bana çocukluğumun adasını hatırlattı; akın akın turist olmayan, dönerci dürümcü olmayan, büyük market zincirleri olmayan, inşaat yapmak için kafasına göre mimari dokusu bozulmayan, insanların birbirini tanıdığı günleri… Adanın eski halini yazın yakalamak artık imkânsız, ama kışın bir illüzyonunu yakaladım.