Neşe, acı ve hisseden beyin

Köşe Yazısı
1 Şubat 2012 Çarşamba

Tana ESKİNAZİ ALALU


Ocak ayında yaşadıklarıma baktığımda neşe, acı ve hisseden beynim konu olarak ortaya çıktı. Bu ay üzüldüğüm birçok olay oldu. Tanıdıklarımın, sevdiklerimin kayıpları, birçok çabanın olumsuz sonuçlanmasının yanı sıra, elde olanın kıymetini tekrardan hatırlama,  bunun sonuncunda bana gelen en önemli ders oldu. Bu ders nereden mi geliyor?  Yanılmıyorsam olgunlaşma sonucu gelen bilinçli kararlılıktan.

Tüm bunları yaşarken kendimi tekrar tekrar aynı soruyu sorarken yakalıyorum. Yaşamdan sonrasına bir şey yapabilir miyim?  Ne yapabileceğimi bilmiyorum. Keşke evren ve insan arasındaki bağlantı ile ilgili daha somut veriler olsa.  O zaman daha bütünsel bir sonuca varabilirim.  Şu anda elimde olan somut olgu, yaşamımı benim ve etrafımdakiler için daha kaliteli yapabilmek. 

Yaşamımızı nasıl daha kaliteli yaşarız? Eskiden  “pozitif düşün, pozitifi çek” derlerdi ve bu bana yeterdi. Artık daha fazla bilgiye ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Bir kıyafeti giymek gibi, “pozitif düşün” demek benim için yeterli değil. Bu sebeple  ihtiyacımı ve neden daha kaliteli yaşamak için iyiye odaklanmak gerektiğini vücut ile beyin makinemize bakarak anlatmak istiyorum.

Yaşamda hem acı, hem de tatlı günler var. Bazı acılar gerçekten çok acı, ama bazılarını ise daha kolay atlatılır. Bazen acılarda çok fazla zaman geçirerek günü kaçırıyoruz. Bu nasıl oluyor? Vücut sistemimize bakacak olursak, bu iş ilk başta duygu ve hislerden başlıyor.

Duygular (emotions), yaradılıştan beri bizimle olan karmaşık ve oldukça otomatik hareket programlarıdır. Duygu dünyası vücudumuz tarafından yürütülen hareketlerdir, olduğumuz yer ve duruma göre değişen yüz ifademiz ve vücut duruşumuz gibi.  Duygularımızın hisleri ise, vücudumuzda ve aklımızda olan şeyi nasıl algıladığımız ile ilgilidir. Hisler olan durumun görüntüsüdür. His dünyası, beynimizde çizdiğimiz yaşantıların sonucunda oluşan beyin haritamızın sonucunda ortaya çıkar. Duygu- his döngüsüne sinirsel açıdan bakıldığında her şey beyinde başlar. (Antonio Damasio’nun, Self Comes to Mind kitabından)

1-Algılarımız, 2- Bizi tetikleyen şeylerin ilerde bizde yaratacağı duygunun değerlendirmesi (örneğin ‘bu durum beni üzebilir’ düşüncesi) 3- Bunun sonucu olarak da duygunun harekete geçirilmesi, bu sistemin parçalarıdır. 

Yukarıdaki paragraf şunu söylüyor: Herkes bir tek duruma bakıp farklı algılayabilir ve farklı değerlendirebilir böylece farklı yoğunlukta duygular hissedebilir. Duygunun hissine bile farklı isim verebilir.

Buna ek olarak, biz olayları algılarken ve değerlendirirken, genetik kodlarımızdan da bir takım kalıplar, görüntüler getiririz.  Bu da algılarımızı ve değerlendirmemizi etkiler. Ailede travma, Holokost izleri, intiharlar var ise, vücudunuz kaygıya karşı daha hassas olabilir. Bu herkes için geçerli değildir, ama bazı kişilerde kaygıya karşı yatkınlık artabilir. 

İyi haber, bilincimizin yardımıyla algılarımız ve değerlendirmemiz üzerinde çalışıp, değiştirebiliriz. Ama bunu uzun vadede yapabiliriz.  Gerçekten de istemek gerekiyor. Bilinçlilik (consciousness) şu demek hem bir aktiviteyi yapıyoruz, hem de üçüncü kişinin gözlediği gibi o aktiviteyi yaptığımıza tanık oluyoruz. Kendimizi yaparken izliyoruz. Başka bir değişle farkında oluyoruz. 

Bu kendimizi izleme ve gerekiyorsa da farklı yapmaya kendimizi yönlendirme işi, yukarıda bahsettiğim kendini değiştirmeye yarıyor. Yaratılışta hayatta kalabilmek için bilinçli olmak gerekiyor.  Bilinç, hayatımızı yönetmek için önemli bir araçtır. Beynimize ‘şimdi yap, ya da dur (veya dur, dur, dur, dur şimdi yap)  gibi komutlar verir.  Uzun vadeli getiri için, bazı istekleri erteleme de bu bilinçliliğin bir parçası. Bilinçli kararlılığı kimse kimseye zorla yaptıramaz. Bilinçli kararlılık, genelde hedeflerimizle ilgili bir yol çizdikten, uzun vadeli çıkarlarımız doğrultusunda olur. Uzun vadeli hedeflerimize giderken yolumuz bilinçaltından bir takım verilerden de etkilenir ve sonra bilgimiz doğrultusunda koyduğumuz hedeflere doğru gider. Tabii ki şu anda size anlattığım çok karmaşık bir sistemin çok basitleştirilmiş hali. Bu sistemi daha etkileyen birçok olgu var. Anlayacağınız bu iş kabaca böyle. 

Yaniiii… Başa çıkabildiğim şeyler için neşeyi seçmekten bahsediyorum. Bu Polyannacılık oynamaktan farklı.  ‘Uzun vadede nasıl bir hayat istiyorum?’ ile ilgili.  Bu bilinçli kararlılıkla ilgili. Büyükannem şunu söylermiş. ‘Allaha şükür doymuş gidiyorum’. ‘Arta me va yir’. Doya doya yaşamak için ne istediğimizi biliyor muyuz?

Bu olgu her şeye rağmen hayatın tadını unutmamak, ona yeterince kıymet vermek ile ilgili. Eskiden babam düştüğünde ve bir tarafını incittiğinde, kırdığında dünyam kararırdı, olabilecek en kötü şeyleri düşünürdüm ve korkardım. Şimdi “Allaha çok şükür” ucuz atlattık, şimdi “bununla ne yapabiliriz’e” gelebiliyorum. “Babam bu durumla en iyi hayatını nasıl yaşar?”, “ Ben ne yapabilirim?” Hepimiz için aynı şey geçerli. “Benim için gerçekten doya doya yaşamak ne demek?”, “Ne kadar doya doya yaşamanın adını koydum?” 

Bir Budist Duası “Tanrım, değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabul edebilmemiz için huzur, değiştirebileceklerimiz için cesaret ve aradaki farkı görebilmemiz için de akıl ver’”der. İşte bu akıl,  bilinçli kararlılıkla ilgili. İlk adım ise, “bu hayatı doya doya yaşamak”, benim için ne demek? Ne yapabilirim? İşte bunları belirlemek.

Sevgiler.