Habil öldü, ama Kabil yaşıyor!

Köşe Yazısı 0 yorum
16 Kasım 2011 Çarşamba

Tevrat’ta geçen Habil ve Kabil alegorisini hepimiz biliyoruz. Bu öykü ile birlikte kahramanları, tarih boyunca tüm sanatçılara esin kaynağı olmuş, benzer olaylara örnek gösterilmiş, göndermelerde bulunulmuştur. Bunu, eski çağlarda geçen kıskançlık ve cinayet öyküsü olarak okumaktan çok, günümüze kadar etkileri süren, bireysel çekişmelerden toplumsal çatışmalara kadar tüm insanlığı ilgilendiren bir olgu olarak da ele alabiliriz.

Ünlü cinayet romanları yazarı Ahmet Ümit, bir söyleşide polisiyenin kaynağı olarak Habil ve Kabil söylencesini örnek gösterdikten sonra şunları söyler:

“İki tür polisiye var. Bir; sözünü ettiğin, suya sabuna dokunmayan sadece kurgusal olarak güçlü olabilen metinlerdir. Agatha Christie, Arthur Conan Doyle ya da Edgar Allan Poe’nun metinleridir bunlar. Benim önemsediğim ise ikincisidir. Bana göre polisiyenin kaynağı esas olarak Tevrat’ta  Kabil’in Habil’i öldürmesine, Sheakspeare’nin Hamlet ve Macbeth’ine ya da Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sına uzanan metinlerdir. Benim için suç, insana bakmak ve onu anlatmak için önemli bir olanaktır. Çünkü suça baktığınız zaman hem o insanı hem de o insanın yaşadığı çağı görebilirsiniz. Bu durum yazara, insanda tüm dünyanın eleştirisini yapma fırsatı verir. Benim anladığım edebiyat da budur.”

Bu konu üstünde bana düşünme fırsatı veren, Türkçeye yeni çevrilen Jose Saramago’nun Kabil romanı oldu. Bu kitap Tevrat’ın Yaradılış bölümündeki kişi ve olaylara farklı bakış açılarıyla yaklaşarak suç, ceza, adalet, nefret, tutku kavramlarını ele alırken, savaş, cinayet, başkaldırı gibi eylemleri geniş bir zamana yayarak ve yeniden yorumlayarak anlatıyor. Adem ve Havva ile başlayan bu öykü, romanın kahramanı Kabil’in, İbrahim, Nuh, Eyüb, Lilith gibi Kutsal kitabın birçok kişiliğiyle yolları kesişerek sürüyor. Kuşkusuz Saramago’nun kendine özgü kurgulamasıyla... Bu kitap yurt dışında yayımlandığı beş yıl öncesinden bu yana birçok inançlı insanı kızdırmış olsa da, bir ironiyle birlikte verdiği sorgulayıcı iletileri, bir roman gerçeği doğrultusunda okumak gerekiyor. Kendi payıma, Kabil’i bitirdikten sonra, şu yargı aklımdan hiç çıkmadı:

Habil öldü, ama Kabil her zaman yaşıyor!

Oscar Wilde’ın, Reading Zindanı Baladı’nda yer alan şu dizeler geliyor dilimin ucuna:

“Kabil’in Habil’i öldürdüğü / Günden beri hiç dinmedi acılar / Çünkü insanların insanlar için / Koymuş olduğu bütün yasalar / Tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi / Taneyi eleyip samanı tutar.”

Kutsal Kitapların, yasaların tarih boyunca tüm yasaklamalara karşın ne öldürmelerin, ne savaşların, ne de acıların sonu geldi.

Baudelaire’in Habil ve Kabil şiirinde dile getirdiği gibi:

Kabil’in soyu, çektirdiğin azabın

Hiçbir zaman gelmeyecek mi sonu?”

Binlerce yıldır süregelen kıyımları, cinayetleri, paylaşım savaşlarını göz önüne aldığımızda, umutlanmak için bir neden bulmakta zorlanıyoruz. Ya insanlığın var olduğu sürece, Habiller kadar Kabillerin de varlıklarını sürdüreceklerine ya da İşaya’nın kehanetinin bir gün mutlaka gerçekleşeceğine inanacağız.

1 Yorum