Edebiyat… ebediyat… ebediyap

Eddi ANTER Köşe Yazısı
16 Kasım 2011 Çarşamba

İnsanoğlu hayattayken yaşamıyor sadece koşturuyor; ölmeye yakınken, pişmanlıklar içinde geride bir şeyler bırakmak adına da çaba sarf ediyor nedense. Kimisi kendi adına okul yaptırıyor kimisinin de adına yol, bina dikiliyor. İsimleri onlar öldükten sonra bile devam etsin diye. Neye yarıyor acaba?

Madde dünyasının içindeyken alışveriş yapıp, sürekli almak ya da biriktirmekle ömür tüketilirken hayatı sorgulamaya çoğu zaman vakit kalmıyor. İnsanlar birbirlerini kırıyor, üzüyor, kavga edip savaşıyor. Nihayetinde de savaşlara yol açıyor. Kim neyin peşinde koşuyor acaba? Doymak bilmeyen, tatmin olmayan kimdir nedir? Sabit belli bir metrekarede olan dünya kara parçası şimdiye kadar 120 milyar insana yeterken şimdi yetmeyen ne oldu? Niçin bir arada yaşamak bu kadar zor? Niye sınırları olmayan bir millet olarak, tek bir devlet ya da bir tane dünya zihniyetine halen giremiyoruz?

Alacak verecek hesaplarından dolayı neden karşımızda olan kişiyi düşünmek yerine hep ben, ben diyen bir yapımız var? Ne diye hayat yaş ilerleyince sorgulanıyor? Asıl değişim bunu genç yaşlarda yapmakla olmayacak mı? Yeni nesiller niye bunu görmekte zorlanıyor? Dünyayı kurtarmak yerine kendi dünyalarını kurtarma yoluna girseler, bunu da herkes aynı anda birlikte yapsa o zaman farklı sonuç alınmaz mı? Ah, ömür nasılda çabuk geçiyor demeyen insan var mıdır? Sanmıyorum… Çoğumuz gibi ben de o gün geldiğinde, geriye dönüp pişmanlıklarımı dile getireceğim ancak bunun sebebi belli. Keşke hepimiz bunu okuyup da uygulayabilsek…

Her yaşlı veya olgun ya da bilge insanın kendi doğruları vardır. Bu onları onlar yapan en temel taşlardır. Yanlarında olan, hayat tecrübesi az gençlere ön ayak olmak, onlara yol göstermek, ne yapacaklarını söylemek midir? Yoksa onların yapmak istediklerine müsaade edip gerekirse başarısız olduklarına şahit olup her halükarda yanlarında olmaya devam etmek midir? “Ben sana söylemiştim” demek, haklı olmak, başarı mıdır? Bizler kendi hayat deneyimlerimizi yeni nesillere öğretmek, aktarmak, icabında zorla yaptırmak uğruna onların yaşayabilecekleri tecrübeleri kısıtlıyoruz. Nedendir acaba? Her şeyi bu kadar iyi mi bilenleriz?  Belki de her şeyi bildiğimizi sanıyoruz. Yazık ki çoğu insan deneyimlemek üzere geldiği pek çok şeyi tatmadan gidiyor.

Öğrendiklerimi paylaşmak adına ben yazı yazıyorum. Anladım ki edebiyat ardımda bir şey bırakabileceğim yollardan. Kendi çocuklarım, eş, dost, arkadaş ve akrabalarla olan sohbetlerde bilgi alışverişi yapıyor ve her gün yeni, farklı bir şeyler öğrendiğimi görüyorum. Sonsuz uykuma girdiğimde aslen uyanan olacağım fakat ebedi bir şey yapmak için de çaba sarf etmem gerekiyormuş onu da öğrendim. Edebiyat adına geride kalacak, ebedi olabilecek bir şeyler yazdım. Kimisi okuduğunuzda kendinizden bir şeyler bulacağınız, sizlere ayna olacak romanlar, kimisi de anlamak yerine anlam yüklemekte zorlanacağınız kitaplar oldu sanıyorum.

Aylar bazen seneler süren araştırma, emek sonrası ortaya çıkan kitapları yazmak epey bir çaba gerektiriyor. Basacak bir yayınevi bulmak ardından iyi bir dağıtım şirketi vasıtasıyla kitapçı raflarına giren bu kitabı binler hatta on binlerce başka kitaplar da bekler oluyor. Kitabın alınmasını, alınıp okunmasını sonrasında tavsiye edilmesini sağlayan nedir? Biliyorum ki her kitabın da kendi kaderi vardır. Ne kapağı, ne reklamın çokluğudur onu sattıracak olan. Bir şey iyiyse o illa keşfedilir. İş sadece zamana kalmıştır. Bazen bir nesil bazense nesiller boyu sürer gider.

Çoğumuz ölünce unutulmamak adına, geride bir şeyler bırakmak çabasında… Aslında fani bedenler içinde sonsuzluğu arayanlarız. O’nu yanlış yerde aradığımızdan da bulamıyoruz. Sonsuzluğun sırrı sonda yatıyor ölümsüzlüğün gizemi de ölümde. İnkâr etmeyin, artık kabullenin!