İstanbul’un gökdelenleri ve Van felaketi…

Van depreminin ardından ortaya çıkan dayanışma ruhu faylar bölgesinde yaşamlarını sürdüren halkın gönüllerinde fay kırıklarının bulunmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Ben yine de bu felaketi bir Doğu ilimizden, 12 yıl içinde depreme karşı hiçbir ciddi önlemin alınmadığı İstanbul’umuza bir uyarı olarak algılıyorum. 

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
2 Kasım 2011 Çarşamba

Van depreminin ardından ortaya çıkan dayanışma ruhu faylar bölgesinde yaşamlarını sürdüren halkın gönüllerinde fay kırıklarının bulunmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Ben yine de bu felaketi bir Doğu ilimizden, 12 yıl içinde depreme karşı hiçbir ciddi önlemin alınmadığı İstanbul’umuza bir uyarı olarak algılıyorum. 

Fazla değil on-on beş yıl kadar önce herhangi bir yurt dışı seyahatimden, gece vakti İstanbul’a döndüğümde, uçaktan bakarken kapkaranlık bir kent görür, içim sızlardı; ‘niye diğer önemli şehirler gibi değil diye. Hava alanlarından şehir merkezlerine yol alırken o yemyeşil ve renk renk çiçeklendirilmiş caddeler içimde bir kıskançlık uyandırır, ister istemez İstanbul’un o çarpık kaldırımlarını, bozuk yollarını, genzimizi yakan kirli havasını anımsardım.

Şimdi ise uçak İstanbul semalarında inişe geçtiğinde ışıl ışıl yollar, aydınlatılmış tarihi binalar ve boğaz köprülerindeki renk cümbüşü gözlerimizi kamaştırıyor. Kimi mevsim lale veya envai çeşit çiçeklerle bezenmiş caddeler, bulvarlar, yeşillendirilmiş alanlar bir an için olsun o çarpık kentleşmenin yarattığı hüznü hafifletiyor.

TEM yolu kenarında egzoz kokuları içinde varoşlarda yaşayanları görmezlikten gelmiyorum. ‘İstanbul betonlaşmanın esiri oldu’ feryatlarına da duyarsız değilim. Ancak ‘İstanbul’da yeşil alan kalmayacak’ türünden önyargılara karşı da mesafeli yaklaşıyorum.

Amerika ve Avrupa’da yeşil alan normları oluşturulurken; bütün kent yapısının bir düşünce bütünlüğü ile ele alındığı, kentsel doku içerisinde; çocuk oyun alanı, spor alanı ve park işlevini gören yeşil alanlar yönünden Türkiye’nin kıyaslanmayacak ölçüde geri olduğu tartışma götürmez.

Ancak Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Yıldız Aksoy’un verilerine göre İstanbul’da kent düzeyinde yeşil alan envanterine bakıldığı zaman; 1985 yılında kişi başına düşen metrekare yeşil alan miktarı 1,1 iken 2000’de arttığı ve 1,9 m2/kişi olduğu görülmektedir.

İstanbul’da çarpık yapılaşma, 80’li yıllardan önce tahribatını yapmış, tarihi binaların üstlerine bilinçsizce o dokuyla bağdaşmayan ilave katlar inşa edilmiş, yeşillikler yok edilmiş, boğaz köprülerinin yapımı sonrasında göçlerin de etkisi ile kenti varoşlar kuşatmıştır. Bunun faturasını iki binli yıllara kesmek bilimsel yönden doğru olmadığı gibi son on yılda yerel yönetimlerin çevreci yaklaşımlara verdikleri önem sonucu yeşil alan oluşumundaki artış hızı da giderek yükselmektedir.

‘İstanbul’un tarihi siluetinin gökdelenlerle bozulduğu’ eleştirisine de katılamıyorum. Açıkçası vapurla İstanbul’a yaklaştığımda Tarihi Yarımada’nın görüntüsü beni ne denli büyülüyorsa, Asya tarafından köprüyü geçtiğimde yüksek binaların yarattığı o modern şehir görüntüsünü de seviyorum.

Van Depremi çoğumuza 1999 Marmara Depremi’ni anımsattı. Felaketten birkaç gün sonra, yardım götürmek amacıyla Adapazarı’na giden grupta yer aldım; yıkılmış binaların, çaresizlik ve yokluk içindeki insanların o inanılmaz görüntüsünün yanı sıra enkazların altından yayılan koku benliğimin içine işledi. Televizyona kitlenmiş Van ve Erciş’deki afeti izlerken bir daha tanık olmak istemediğim aynı acı duyguları yaşadım.

Bu defa da kişisel ve Hahambaşılık’ın yaptığı yardım dışında Şalom gazetesi olarak Van’a Sırma Su’dan bir tır içme suyu bağışladık. Bu bağışın organizasyonunda ve Kızılay’a tesliminde çaba gösteren, öncülük eden herkese, özellikle gazetemiz köşe yazarlarından Doret Habib’e müteşekkiriz.

Ankara’nın 31 ülkeden çadır ve prefabrik konut desteği istemesinin ardından İsrail Savunma Bakanlığı’ndan jet yanıt gelmesi ve yardımın peyderpey ulaşmaya başlaması siyaset ile insani duyguların aynı kefeye konulamayacağını gösterdi. 

Bir ulusun tüm bireylerinin böylesi bir facia karşısında aynı ailenin mensupları olarak kilitlenmeleri doğaldır. Yitirilenler geri gelmeyecektir ancak acıların dinmesi ve bölge halkının bir an önce normal yaşama dönmesini diliyoruz.

Ben bu felaketi bir Doğu ilimizden, 12 yıl içinde depreme karşı hiçbir ciddi önlemin alınmadığı dünyanın önemli metropollerinden biri olan İstanbul’umuza bir uyarı olarak algılıyorum. Nitekim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “bu tabloları devamlı yaşamaktansa iktidarı kaybetmeyi tercih ederiz söylemi ile kaçak yapılaşmaların olduğu bölgelerde mülk sahibine sorulmadan kamulaştırma yapılacağını açıklaması bu kararlılığın bir göstergesidir.

Kentsel Dönüşüm Projesi’nin bu yönde ele alınacak olması, depreme karşı konutları güçlendirme ve riskli bölgeleri başka yerlere taşımayı öngören yasal değişiklikler için harekete geçilmesi de olumlu bir adımdır. Yasaların tek başına hiçbir zaman yeterli olamayacağını, uygulamanın ise ancak doğru bilinçlenme ile gerçekleşebileceğini unutmayalım.

Genel kanıya karşın siluetini çok sevdiğim İstanbul’un gökdelenlerinin birine yapılan yatırım bugüne kadar Van’a yapılmış olsaydı o kahredici görüntülere tanık olmazdık.