Yumurta kırılmadan omlet yapılmaz…

Köşe Yazısı
5 Ekim 2011 Çarşamba

Tana ESKİNAZİ ALALU

 

Bugünkü yazım sevdiklerimiz ve bizimle yakın ilişkide olan insanlarla aramızdaki sınırlarımız ile ilgili.

Özellikle Türk filmlerinde hep rastladığımız sahneler vardır; kaynana gelinin evine gelir,  gelinin yaptığı yemeklerini beğenmez ve oğluna kendi yemek yapmak ister.

Yine filmlerde ise çok gördüğümüz aile büyükleri özellikle yeni bebek doğduğunda genç anneye bebeğe nasıl bakacağını dikte etmek isterler. Anne bu konuda birçok kitap okumuştur ama anneanne ve babaanne sürekli çocuğu nasıl büyütmesi gerektiğine dair baskı yapar. Genç çocuk babasının işine girer ve baba, şirket kendisine ait olduğundan, çok uzun seneler çocuğun karar almasına, sorumluluk almasına engel olur. Anne 17 yaşındaki çocuğuna ısrarla ceket giydirtmek ister. Özellikle de bazı anne babalar çocuklarını kendilerinin uzantısı olarak gördüklerinden aralarına sınır koymazlar. Bir taraftan yardım ederler, diğer taraftan da onların sorumluluk alanlarına girerler. Veya işten geliyorsunuz ve çok yorgunsunuz, ancak çocuğunuz da sizinle bütün gün oynamayı beklemiş, evde o gün eşiniz yok, çocuğunuza yok deyip dinlenme ihtiyacınıza ne kadar sahip çıkarsınız. 

Bir de kiracınızın ödemesi gereken kirayı ödemediğini düşünün. Bu durumu yukarıdaki durumlarla karşılaştırdığınızda kiracıya çok daha kolay sınır koyarsınız. Sonuç olarak kiracıyla açık bir menfaat ilişkimiz vardır. Ne de olsa bize yabancıdır. Ona “hey dur kirayı ödemezsen seni evden çıkarırım” diyebiliriz. Bir de bu kiracının akrabanız olduğunu düşünün bunu ne kadar kolay söyleyebilirsiniz? İşte bu senaryolar hep sınırlar ile ilgilidir.  Özellikle sevdiğimiz insanlara, her gün ilişkide olduğunuz insanlara, size destek verenlere, saygı duyduğunuz insanlara sınır koymak, yani “dur”, “hayır”, “bu kabul edilemez” demek o kadar kolay değildir.

Sınır dediğimiz olgu bize ait olan alanın çevresidir. Örneğin odanın duvarları ve kapısı odanın sınırlarını belli eder, bir arazinin etrafındaki çit arazinin alanını belli eder. Biz insanların da organlarını koruyan derimiz, bizim vücut sınırımızdır. Ona bizden izinsiz kimse dokunamaz.

Bir de hayatımızda görünmeyen alanlarımız vardır. Bunlar, bize ait olan kaynaklar, bizim sorumluluğumuzda olan alanlar, bizi ilgilendiren meselelerdir. Rahatsız olduğumuz olaylar işte buradan başlar. Bu alanlar fiziksel olarak görünmediğinden, diğer insanlar tarafından net algılanamayabilir. Çocuğunuzu nasıl yetiştirecek olduğunuza bir başkası devamlı müdahale etmesi, patronun kötü olmamak için iki kişiye aynı sorumluluğu vermesi sonucu iki kişiden birinin diğerine üstünlük taslaması, onu denetlemesi veya kendi yaptığını onun yaptığı gibi göstermesi gibi…

Sınır koymayı yani başka bir deyişle ‘dur’, ‘hayır’, ‘alanıma girme’, ‘ bunu bana yapamazsın’ demeyi ne engeller?

• Diğer kişinin duygusunu incitme korkusu

• Terk edilme ve ayrılma korkusu

• Bir başkasına tamamen bağımlı olma isteği

• Bir başkasının öfkesinden korkma

• Cezalandırılma korkusu

• Mahcup duruma düşürülme korkusu

• Kötü veya bencil bulunma korkusu

• Kişinin kendine aşırı derecede suçlama, eleştirme alışkanlığı

Hayır diyememe durumu, bazen aileden gelir. Küçükken ailede bizden çok daha güçlü insanlar varsa, o insanla savaşmamak adına uyum gösteririz. Bu davranışın bize zarar verdiğini fark edip dönüştürene kadar her yerde uyumlu oluruz. Bir diğer deyişle tatsızlık olmasın, huzur olsun, kavga çıkarmasın diye düşünürüz. Büyüdüğümüzde de iç radarımız bozulmuş olabilir. Kendimizi çok sık ‘çoğunluğa uyarım’ derken bulabiliriz. ‘Yumuşak başlı’ olmak ailede işimize yaramıştır, ancak büyüyünce sorumluluğu ele almamamız bizi tehlikeli ve suiistimal edici durumların içinde bırakabilir.

Bu konuya bir başka noktadan bakacak olursak aynı insan hem sınırları zorlanan, hem de sınırları zorlayan olabilir. Bu durumun farkına da varamayabilir.

Peki, bize bu konuda ne yardım eder?  Eğer ağırlıklı olarak hayatınız kontrolünüzün dışında gelişiyorsa, insanların sizden yararlandığını düşünüyorsanız, sevdiklerinizle ilgili hayal kırıklıkları yaşıyorsanız, bu konuya bir daha bakmanız gerekecek.

Önce bu hisse benzer bir şeyler hissettiğinizde bir durun ve kızgınlığınızın şiddetine bakın. Kızgınlığınız ne kadar şiddetli ise, o kadar zaman sınır koyamamışsınız demektir. Sınırlarınıza sahip çıkmak istemek, insanların arasındaki ilişkiye olumlu etkisi vardır. O yüzden ilk yapacağınız, çelişkiyi bulmak olmalı.  İlişkinin hangi tarafının net, hangi tarafının iç içe veya bulanık olduğuna belirleyin. Bulanıklık veya iç içe olma hali hangi ihtiyaçtan dolayı ortaya çıktı? Kendi iyi yaptıklarınıza sahip çıkın. Bir taraftan yavaş yavaş sınır koyup “hayır” derken, diğer taraftan kendinize destek alacak bir alan yaratın. Her seferinde tepki değil, duruşunuzu simgeleyen davranış ve cevaplar verin.