Ortadoğu trajedileri

Ortadoğu’da yakın gelecek parlak görülmüyor. Karşılıklı güvensizlik orta yerde öyle bir duvar örmüş ki, her iki tarafta da taviz diye bir dünya yok.Einstein’in Freud ile yazışmalarını okuduğunuzda ise geleceği görmek mümkün. Umarım yanılırlar.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
28 Eylül 2011 Çarşamba

Naif de olsam, geçmişe takılı kalmış olsam da, o ölümcül soruyu sormaktan kendimi hiç alıkoymayacağım: BM’in ünlü 1947 kararına istinaden, Filistinliler İsrail’in varlığını reddetme önyargısına yenilmeyip kendilerine sunulan devlet kurma şanslarını kullansalardı bugün o topraklarda nasıl bir iklim olacağını hayal edebiliyor mu insan?

Tam 64 yıl geçmişken, Filistinlilerin hak ettikleri devletlerini hâlâ kuramamış olmaları modern tarihin en önde gelen trajedilerinden biri olsa gerek. Lakin işin kolayına kaçıp ‘işgalci İsrail’i suçlayıp kendilerindeki cesaretsizlik, vizyonsuzluk ve en önemlisi de, İsrail ile birlikte yaşama arzusu ve iradesi gösterememenin yanlışlığını göremedikçe hedefe ulaşmak beyhude bir çabadan ileriye gidemeyecektir muhtemelen; üstelik kan ve gözyaşı devam edecektir bölgede.

Hiç birimiz masum değiliz. İsrail de masum değil tabii ki. Bu hayatta ayakta kalmaya çalışıp da masum olabilmeyi başarmış birileri varsa ilk taşı o atsın Şeytan’a…

İsrail’in, Filistinlilerin devlet kurmayı kabul etmemelerinin akabinde aralıklarla çıkan savaşlarda kazandığı toprakları geri vermek istememesinin, güvenlik ve kapsamlı barış teminatı duvarına çarpması anlaşılır bir davranıştır, Yahudi tarihine bakıldığı sürece. Zira kendisini tanımak istemeyen ve tüm İsrail’i denize dökme hedefinden milim sapmamış bir Hamas gerçeği taş gibi durmaktadır, bölgenin tam orta yerinde.

2000 yılında Bill Clinton’un, Ehud Barak’ın beklenmedik bir şekilde kabul ettiği barış anlaşmasının son anda Yaser Arafat tarafından reddedilmiş olması Ortadoğu’nun bir başka trajedisidir son tahlilde. Ele geçirilmiş toprakların yüzde 97’sini Filistinlilere geri veren, üstelik Kudüs’ün doğusunu başkentleri olması için onlara iade eden anlaşmaya Arafat’ın son anda ‘su koyması’nın nedenini hâlâ anlayamadığını söylüyor bugün Clinton. Yaser Arafat ve kimden fikir aldığı meçhul ‘danışmanları’, 2000 yılında Clinton anlaşmasına imza attıkları takdirde İsrail’in iç dinamiklerinde çok büyük sarsıntılar olabileceğini de ıskalamışlardı. Bugün gelinen nokta ise 11 yılın öncesinden o kadar uzakta ki maalesef!

Bill Clinton, bugün Netanyahu’nun böyle bir anlaşmaya imza atmasını pek mümkün görmüyor. Ve aslında ilginç bir noktaya da değiniyor. Tanrı’nın bu bölgede barış isteyip istemediğini iki ‘trajedi’ ile sorguluyor: Yitshak Rabin’in İsrailli tarafından öldürülmesi ve Ariel Şaron’un komaya girmesi. Şaron bile son günlerinde eski çizgisinden çok farklı bir konuma gelmeye çalışıyordu. ‘Ama olmadı’ diyor Clinton. “Ne olduysa oldu, başaramadık…”

Şimdi, Mahmud Abbas’ın tek taraflı ve müzakerelere girmeden devlet kurma girişimi, Ortadoğu politikasında ne yapmak istediği bir türlü anlaşılamayan Obama tarafından bile kabul görmüyor. Büyük umutlarla geldiği iktidarında parlak beyni ve bunu yansıtan görkemli hitabet ustalığını icraata dönüştüremeyen Obama ve yönetimi bir de Cumhuriyetçileri karşısına almamak için ister istemez, İsrail ile aynı konuma düşüyor ‘Filistin Devleti’ meselesinde…

Tünelin ucu hiç görülmüyor sonuç olarak. İsrail’in, Mahmud Abbas gibi ılımlı bir muhatabı bulup bulmayacağı da meçhul ileride. Lakin ılımlılığın bile yetmediği bir coğrafya orası. Her iki taraf da aşılması güç güvenirlilik duvarına çarpıyor…

                                                 ***

1.ve 2. Dünya Savaşları’nı gören Albert Einstein, Sigmund Freud’e yazdığı bir mektupta insanoğlunun neden sürekli savaştığını sormuştu. Ünlü psikanalist ise insan karakterindeki ‘sevme’ ve ‘yok etme’ içgüdülerinin sürekli bir mücadele içinde olduğunu söylemiş ve ‘yok etme’nin genelde üstün geldiğini de iddia etmişti. Teorisinin sonunda da aslında dünyadaki barış zamanlarının iki savaş arası bir dönemi gösterdiğini savlamıştı…

Yeter artık, Freud yanılmış olsun Tanrı Aşkına!...