Nerede tarihçi duruşu?

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
28 Aralık 2011 Çarşamba

Fransa ile Türkiye arasında – sanki başka tartışılacak konular ya da halledilmesi gereken sorunlar yokmuşçasına – baş gösteren Ermeni soykırımının inkârı meselesi sosyal ve siyasi zeminlerde tartışıladursun, bir bilim olarak tarihin yasalarla korunmasına ihtiyacı olup olmadığını gündeme getirmekte belki de fayda vardır.

Geçmişini bilmeyen geleceğini hangi zeminde inşa edebilir? Yaşanmış olanlar kesinleşmiş olduğuna göre, geçmişi tartışmak neye yarar? Olanlar olmuştur… Burada olanları aynı gözle yorumlamak ve onlardan ders çıkartmak gelecekte bir kez daha aynı hatalara düşmemek adına gereklidir. Bu anlamda, tarihi olayları yasalarla çerçeve altına almak ne kadar işe yarar, sormak gerekir. Örneğin, Temmuz 1990’da Fransız Parlamentosu tarafından onaylanarak yürürlüğe giren Gayssot Yasası halen tartışmaya açık...

Hatırlatmak gerekirse, 90 – 615 sayılı Gayssot Yasası, her türde ırkçı, antisemit ve yabancı düşmanı davranışı yasaklamaya ve cezalandırmaya yönelik maddeler içeriyor. Buna göre, kişilerin bir etnik gruba, bir ulusa, bir ırka veya bir dine ait olup olmamalarının alçaltıcı bir unsur olarak algılanması yasaklanıyor; Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi’nin aldığı temel kararlar çerçevesinde insanlığa karşı suç olarak kabul edilen unsurların varlığının reddi cezalandırılıyor… Yasa, dolaylı olarak, “Holokost’un tekliğini” uluslararası toplumda korumayı ve Son Çözüm çerçevesinde Nazi zulmünden etkilenenlerin anısına sahip çıkmayı, Holokost’un reddinin kabul edilmemesini, böylesi bir insanlık suçunun tekrarlanmamasını hedefliyor.

Ancak Fransa’da, yasa koyucunun hukuksal zeminde, bu tür yasalarla tarihi korumak veya garanti altına alma tasasına girmesi, tarih bilimcileri politikacılarla karşı karşıya getirmişti… Bakın on dokuz tarihçi, 2005 yılında konu ile ilgili yayınladıkları bildiride ne demişler:

Geçmişteki olayların değerlendirmesine gitgide daha sık bir biçimde yapılan siyasal müdahalelerin ve tarihçileri ve düşünürleri etkileyen yargı uygulamalarının harekete geçirdiği bizler, aşağıdaki ilkeleri hatırlatmak isteriz:

Tarih bir din değildir; tarihçi hiçbir dogmayı kabul etmez, hiçbir yasağa riayet etmez, tabu tanımaz; bu anlamda, tarihçi rahatsız edici olabilir.

Tarih ahlâk değildir. Tarihçinin övmek veya mahkûm etmek gibi bir rolü yoktur. Tarihçi izah eder… Geçmişteki olayların içine günümüzün duyarlılıklarını koymaz.

Tarih, bellek değildir. Tarihçi, bilimsel bir arayışta insanların anılarını toplar, bunları kendi aralarında mukayese eder, belgelerle, nesnelerle, emarelerle karşılaştırır ve olguları saptar.

Tarih belleği hesaba katar, ama ondan ibaret değildir.

Tarih, bir yargı konusu değildir. Özgür bir devlette tarihsel gerçeği tanımlamak, ne parlamentoya ne de yargı makamına aittir. Devletin politikası, en iyi niyetlerle harekete geçirilmiş olsa bile, tarihin politikası değildir.

Geçtiğimiz hafta içinde açılan tartışma da benzerlikler taşıyor. Tarihi olaylar yasal çerçeveler içine alınıp yargının kontrolüne verilmek isteniyor. Buna karşın, ülkemizde tarihçiler, Fransa’daki girişime karşı bilimsel argümanlar öne sürmekten, Ermeni konusu hakkında bilgi ve görüşlerini yukarıda “tarihçinin duruşunu” ifade eden çerçeve içinde paylaşmaktan imtina eden bir hava içindeler. Hal böyle olunca da rol kaptırıyorlar… Bilimsellikten uzak popülist bir söylem ortaya çıkıyor. Söylenmesi gerekenler tamamen es geçiliyor. 

Tarihçi Madeleine Rebérioux tarihin yasalarla yönlendirilmesine – örneğin yukarıda sözünü ettiğimiz Gayysot Yasası bağlamında – karşı çıkarken bazı argümanlar ortaya koyuyor.

“- … normatif olan yasaya ve onun uygulamasından sorumlu hakimlere, tarihle ilgili gerçekleri söyleme yetkisini veriyor. Oysa tarihi gerçekler her tür resmi otoriteyi ret eder. Sovyet Rusya, bu konudaki davranışlarının bedelini çok pahalı ödedi…

- … Yahudi Soykırımı’ndan çok daha değişik yönlere çekilebilir ve yasa koyucu tarafından ‘tarihi gerçek’ olarak adlandırılabilecek bazı başka olayların da aynı çerçevede değerlendirilmesine neden olabilir.

- Retçilere, kendilerini kahramanmış veya mağdurmuş gibi gösterme fırsatını verebilir…”

Oysa tek bir çözüm var: Öğrenmek ve bilmek!