Tarihi semtlerimizdeki yok oluşa dur diyelim -3 : İstanbul’un vitrini Nişantaşı’nda neler oluyor?

Mois GABAY Köşe Yazısı
28 Aralık 2011 Çarşamba

Modadan sanattan kültürden tutun da her alanda Paris esintisini sokakta yürürken bile hissedeceğiniz, İstanbul’a yeni gelmiş birinin kısa zamanda İstanbul beyefendisi olabileceği İstanbul’un çekim merkezi Nişantaşı. Her İstanbullunun gönlünde Nişantaşı’nın tadı bir başkadır. Nişantaşı demek burada yaşayanlar için dolmuş sırasında Betül Mardin veya Haldun Dormen’le sohbet etmektir, kimine göre ise tesadüf eski sevgilinin görülüp kafa çevrildiği, yeni nesil içinse son yıllarda Asmalımescit’teki malum operasyondan sonra piyasasını halen koruyan Atiye Sokak’ın bulunduğu semttir. İstanbul’daki birçok tarihi semtimizde olduğu gibi, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren modernliğin simgesi olmuş Nişantaşı’nda da bugünlerde gözle görülür bir değişiklik yaşanıyor.  

Yeni barlar sokağımız nam-ı diğer Atiye Sokak’taki değişikliklerden başlamadan evvel öncelikle Nişantaşı’nın tarihine bir göz atalım. 1780’lerde geniş bostanlar, çilek tarlaları ve boş bir arazi görünümündeki Nişantaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nda ordunun atış talimleri yaptığı alandı. Semtin gelişmesinde ilk bina özelliği taşıyan,1854 yılında Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan Teşvikiye Camii’nin etkisi büyüktür. Caminin avlusunda bulunan iki nişan taşındaki kitabelerden birinin 3. Selim’e diğerinin ise 2. Mahmut’a ait olduğunu öğreniyoruz. Nişantaşı’na asıl adını veren ise Teşvikiye ile Osmanbey ve Valikonağı ile Harbiye’nin kesişme noktasında bulunan dikilitaşlardır.1900’lu yıllarda Nişantaşı bir konaklar semtiyken tarihi yarımadada yaşayan köklü ailelerin bu bölgelerde oturtulma teşviki ile hızlıca apartmanlaşan bir semte dönüşür. 1870–1930 yılları arasında her ne kadar Osmanbey-Şişli hattındaki saray çevresinin konaklarından Nişantaşı’na bakıldığında bu bölgede yaşayan Çingeneler ve evlerinin etrafındaki telli tenekelerden mahalleye “Teneke Mahallesi” dense de semtin kaderi değişimden olumlu etkilenmiştir. 1940’lı yıllara gelindiğinde şehrin başka mahallelerinde kimse köpek beslemezken Nişantaşı’nda köpeklerini gezdiren hanımlar görmek mümkündü. 1922 yılında tam karşısında bulunan İtalyan Sefareti çalışanlarına kiralanmak amacı ile İtalyan tüccar Vincenzo Caivana tarafından yaptırılan Maçka Palas o dönemde İstanbul’daki yalnızca üç apartmandan birisiydi. Göz alabildiğine ıssız arazinin arasına konumlanmış konakların semti Nişantaşı’nın kaderi de bundan sonra tıpkı İstiklal Caddesi gibi 10–15 sene içerisinde değişecekti.1942 yılında dönemin hükümeti tarafından yürürlüğe konulan “Varlık Vergisi” bölgeyle Levanten, Ermeni, Yahudi ve Rum vatandaşların bağını kopardı. Birçok tüccar, dükkân ve restoran sahibi ve sanatçılar arkalarında mal ve mülklerini bırakıp gidince fırsatçılara gün doğdu. Zamanın diplomatik dili Fransızca ve Türkçe’nin karışımıyla oluşan bir dille ne zaman sokağa çıkılsa herkesin birbirine selam verip “Bonjour canım. Bonsoir hayatım” dediği bir nesil Nişantaşı’ndan uzaklaşmış oldu. Böylelikle de şimdiki labirent misali kıvrılan sokaklar ve yeşil alanların azlığına neden olan kontrolsüz binalaşma başladı. 1960’lı yıllarda bankaların hesap açanlara çekilişle ev-araba dağıtma furyasından başta Nişantaşı ve Suadiye nasibini aldı. Şimdileri Kozyatağı, Beylikdüzü semtlerinin yerine o dönemde “Bir talihliye İstanbul’un müstesna semti Nişantaşı’nda lüks daire” edaları duyulmaktaydı.1979 yılında suikast sonucu kaybettiğimiz gazeteci ve aktivist Abdi İpekçi’nin adı ise ölümünden sonra oturduğu evin de bulunduğu eski adı ile “Emlak Caddesi” ne verildi. Bu caddede bulunan Abdi İpekçi anıtı yoldan geçenlerin ne kadar dikkatini çeker bilinmez ama ne yazık ki her geçen gün açılan kaliteli markalara rağmen caddenin eski havasını koruyamadığı biliniyor.  Bütün kaybettiklerimizin yanında ne mutlu ki bugün Nişantaşı’nda eski “English High School For Boys” olan Nişantaşı Anadolu Lisesi, Akif Tunçel Teknik Lisesi olan eski İtalyan Sefareti, Maçka Palas ve Teşvikiye Art-Nouveau Karakolu günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır.

İstanbul’un diğer semtlerinde gördüğümüz olumsuz tablo son yıllarda Nişantaşı’nda da kendini göstermeye başlamış bulunuyor. Nişantaşı’nın eski sakinleri iyi eğitimli, itibarlı ve fazlaca zengin olmayan kalburüstü kişilerken şimdi ise özellikle Atiye Sokak ile başlayan oluşumda yeni bir Nişantaşı yaratılmak isteniyor. Atiye Sokak ve Asmalımescit gibi mekânlar İstanbul’un gece hayatını yaşamak ve şehrin havasını solumak için her ne kadar başarılı olabilecek girişimler olsa da bu tip projelerin baştan planlama sürecinde bölgede yaşayanların görüşüne başvurulmaması, işletmelere o bölgenin kültürü hakkında yeterli eğitim ve uyarıların yapılmaması zamanla önüne geçilemeyecek bir tabloyu çıkarıyor. İstanbullu tam o sokaklara alışmışken de bir anda o masaları ortadan kaldırmak mekânları kapattırmaya çalışmak buralara alışan kesimin tepkisini çekiyor. Bu sokaktan kaldırılan dolmuşların Abdi İpekçi Caddesi’nin göbeğine konup trafiğin felç edilmesi, diğer paralelde Bostan Sokağın malum inşaatlar ve daralan kaldırımlarla tercih edilmeyip Nişantaşlıların alternatif sokak arayışlarına gitmesi bunun sadece ufak bir göstergesi. Öte yandan son yıllarda özellikle Amerikan Hastanesi’nin bulunduğu bölgede ve kimi sokaklarda eski evlerin tümden yıkılıp yerlerine modern rezidansçıklar dikilmesi ise semtin dokusuna zarar veren bir başka olgu olarak karşımıza çıkıyor. 7 katlı daireden 10 kata çıkarmayı planlayan müteahhit hem daireleri daraltırken hem de bu projenin Nişantaşı dokusuna ne tür bir katkısı olacağı konusunda hiçbir öngörü yapmıyor. Bu arada sokağa masa atma işine Nişantaşı’nda kafelerden sonra dükkânlarda el atmış durumdalar. Yakın zamanda apartman görevlilerinin de sokakta mangal yaptığına rastlarsanız hiç şaşırmayın. Nişantaşı’ndan bahsetmişken burasının Pazar sabahları ne halde olduğunu da görmenizi tavsiye ederim. Nitekim geçtiğimiz aylarda cadde üstünde bir lüks mağazanın pazar günü çingenelerce basılıp rezillik yaşandığını gazetelerde okumuştuk. Bu anlattığım olumsuzluklara rağmen başta Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün kültür sanat ve modanın kalbi olması için yaptığı çalışmalar, cadde süslemelerinden yenilenen kaldırımlara kadar Nişantaşı’nın dış görünüşüyle dışarıdan bakıldığında tipik bir Avrupa başkenti izlenimi vermesini sağlamıştır. Dileğim yetkililerin bu değişimleri yaparken daha fazla bu bölgede yaşayan eski Nişantaşılılara da danışması ve semtin dokusunu bozacak imarlara izin verilmemesidir. Günümüzde her şeye rağmen havasını korumaya başaran Nişantaşı’nın seçkin kimliğini asla kaybetmemesi dileğiyle…