Sessizlik…

Köşe Yazısı
30 Kasım 2011 Çarşamba

Kaderin bir cilvesidir bu; öğrencilik yıllarımdan beri ne zaman bir uçağa binsem ağlayan bir bebek yakınlarımda oturur. Bir taraftan bebeğe acırım; havadaki basınçtan kulaklarının ağrıyabileceğini bilmek içimi burkar. Ancak bir taraftan da benim de ağlamam gelir; “Gerçekten mi?” diye içimden haykırırım, “Her uçakta mı?” Gidilecek yer İzmir kadar yakın da olabilir, New York kadar uzak da ancak uçaktaki tek ağlayan bebek, hiçbir zaman uzakta olmaz… 

Geçtiğimiz günlerde Reuters’ın Business Traveller bölümünde etraftaki sesi bloke etme özelliği olan kulaklıklar üzerine bir haber okudum. Habere göre artık tüketicilerin yüzde elli ikisi, kablosuz olması gibi özelliklerin yanı sıra, kulaklık satın alırken sesi bloke etme özelliğini de araştırıyor.  Haberin sonunda ise, bu özelliği taşıyan en iyi beş kulaklık araştırması okuyucuya sunuluyor. Hiç aklıma gelmeyen bir çözüm bu, fakat bir dahaki uzun uçuşum için bulunsun diye akıl defterime not ediyorum; yani aylar sonra bu haberi tekrar Google’da bulmayı umuyorum. 

***

Uçakta sesleri bloke edebilmek bir nimet; örneğin son uçak yolculuğumda yanımda oturan iki kişinin Brezilya-Şili-Arjantin seyahatlerini keyifle dinledim, özellikle yolculuğun ilk saat dilimi süresince… İnsanlarla, özellikle de hoşsohbet ve size bilmediğiniz ve ilgi duyduğunuz bir konuda bilgi katan kişilerle sohbet etmek bir keyif… Ancak bir de kişinin nabzını yoklamadan – anlatacak ilginç konusu da olmayan – yan koltuk komşuları, uçakta sizi saatlerce esir alabiliyor. Örneğin “ben şarkıcı bilmem kimin teyzesiyim, çok gencim şaşırdın değil mi?” diye lafa dalıp, sizi istemediğiniz bir sohbetin içine sürükleyebiliyorlar. O anda – ağlayan bebek bile susmuş ve uyumuşken – bir türlü susmayanları bloke etmek istiyorsunuz, hemen!

Gerçek hayatta ise gürültü kirliliklerini duymadan yaşamak mümkün değil maalesef, trafikteki korna sesleri – ki başka hiçbir memlekette böyle bir korna sevdası yoktur – telefon sesleri, bağırma sesleri, üst komşudan evinize kadar gelen televizyon sesleri, satıcıların megafon sesleri, sevmediğiniz tarzda müzik sesleri, cam kırılmaları, paket fırlatmaları, kavga sesleri, mantolama sesleri, sesler, gürültüler… 2007 yılında Henry Bean adlı bir yönetmenin yazıp yönettiği, Noise (Gürültü) adında, New York şehrinin gürültüsünden çıldırma noktasına gelmiş bir adamın, şehirden intikam alma planının anlatıldığı bir film yapılmıştı. Kızgın New Yorklu gürültü yapan arabalara beysbol sopalarıyla zarar veriyor, gürültü çıkaranlardan çeşitli yollarla intikamını alıyordu. Şehirden intikam alınabileceğini düşünmek tabii ki sağlıklı bir psikoloji değil, zaten kanunlar çerçevesinde uygulamak da mümkün değil fakat en azından yolculuklarda sesleri bloke etme fikri kulağıma hoş geliyor. 

***

2012 yılının son ayında, Aralık’ın ilk haftası Şalomist okuyucuyla buluşuyor. Senenin son Şalomist’inde ‘Extreme Sports’ dosyasından, 2012 yılının filmlerine, ilginizi çekecek röportajlardan, Cagliari ve Venedik seyahatlerine çok renkli konular beğeninize sunuluyor. Yazarlarımızın hazırlarken aldığı keyfi, sizin de okurken almanız dileğiyle…