Anılar da olmasa...

Avram VENTURA Köşe Yazısı
1 Haziran 2011 Çarşamba

Yeri geldiğinde anılarımızı anlatıyor, onları başkalarıyla paylaşıyoruz; güzel olanlarına sığınıyor, içimizi acıtanları belki de dile getirmekten kaçınıyoruz. Onlar, bir bakıma geçmişimiz, deneyimlerimiz, yaşadıklarımız... Bizi biz yapan olaylar dizini... Hele bu anıları paylaştığımız insanlarla bir araya geldik mi, kimi zaman çocuk, kimi zaman yetişkin, kimi zaman bilge, kimi zaman da delifişek olup çıkıyoruz. O an bulunduğumuz kimlikten sıyrılıyor, birlikte olduğumuz insan ya da insanlarla, eski kimliklerimize bürünüyoruz. 

Okul arkadaşlıkları, geçmişte yaşanılan kentler ya da ülkeler için kurulan dernekler kadar, belirli zamanlardaki buluşmalar, bu anıların her zaman canlı tutulmasına olanak sağlıyorlar.

Bir yazar için de anılar, sanatını geliştirmesinde, bir sıçrama tahtası olarak kullanabileceği en verimli kaynak oluyor. Kimi gün onlara sığınarak, kimi gün de ele alıp yeniden kurgulayarak kalıcı bir yazın ürününe dönüştürüyorlar. Öyle ki, bu yaşanmış olaylar, zamanın imbiğinden geçerek olgunlaşıyor, insanlık hallerinden bir ya da birkaçını gözler önüne seriyor.

Yanılmıyorsam, Brezilyalı roman yazarı Jorge Amado’nun sözleriydi bunlar: “Çocukluğu insanın anayurdudur.” Ne denli bu anayurttan uzaklaşsak da, her zaman içimizde bir hasret kalıyor.

Anılar kişiye özel olsa da, benzer olay ve deneyimleri yeryüzünde birçok insan yaşıyor. Bu yüzden de ilgi odağı olabiliyorlar. Nitekim ünlü insanların anıları her zaman okuyucusunu bulurken, kimi tanınmamış yazarlar da, yaşadıkları olağanın dışındaki olaylarla başarıyı yakalayabiliyorlar.

Kendimden ve yakın çevremden biliyorum: Geçmişe yönelik anlattıklarım ilgiyle karşılanırken, unuttuğum kimi noktalar anımsatıldığında, bunları yaşayan insanlar paylaşmaktan ayrıca mutlu oluyorlar. Bunu son yayımlanan Belleğin Tozlu Sayfalarında Karataş kitabımda da yaşadım. Diğer denemelerimde yer yer kendimden söz ederken, burada ağırlıklı olarak çocukluk ve ilk gençlik anılarım yanında, yaşadığım dönem, çevremde gelişen olaylar ve gözlemlerim öne çıkmış oldu. Bunları okuyan yakın dostlarım kadar hiç tanımadığım, ancak o yıllarda yaşamış insanlarla aramızda yeniden sıcak bir bağ oluştu. O geçmiş günleri anarken, her birimizin aldığı keyfi sözcüklerle anlatamam.

Şu da var:

Anıları yinelemek, onları paylaşmakla unutulmaktan kurtarmış oluyoruz! Hele bunlar yazıya döküldüğü, yayımlandığı anda, hiç değilse yaşama sürelerini uzatıyor, belki de ölümsüzleştiriyoruz.

Oktay Rıfat’ın dizelerini anımsadım:

“Hatıralar dal istiyor?

Kuşlar gibi konacak”

Birer dal uzatmalıyız onlara... Uçmasınlar!

Yazılarımda anılarıma daha çok yer vermeliyim diye düşünüyorum. Kuşkusuz unutmadığım ne kaldıysa… Bu şekilde hem belleğimi zorlayarak geçmişe, geçmişime ışık tutabilirim, hem de bunları paylaşarak daha mutlu olabilirim.