Her Ampul, Bir Denizyıldızı

Metin BONFİL ŞalomDergi
9 Eylül 2009 Çarşamba

Dikkatinizi çekmiştir, 1 Eylül’den itibaren AB ülkelerinde bildiğimiz Edison tipi (akkor flamanlı) ampullerinin satışı yasaklandı. Sadece ekonomik (floresan) ampuller satılacak artık. İlk bakışta, küresel ısınmaya karşı tarihi bir önlem.  Çünkü eski tip ampuller enerjinin % 95’ini ısıya çeviriyor ve küresel ısınmayı arttırıyor.  Verimli lambalar ise, aynı ışığı sadece 5’te bir enerji tüketerek sunuyor ve daha az ısıl enerji yayıyor.

Türkiye’de de ENVER projesi kapsamında, (şimdilik kamu kesiminde) benzer bir girişim yapılarak 1,8 milyon ampul değiştirilmiş ve bundan de büyükçe bir barajın ürettiği kadar enerji tasarruf edilmiş.

İyi de, aydınlatma dolayısı ile atmosfere salınan zararlı gazların toplam içerisindeki payı sadece % 5.   Atmosfere yayılarak bildiğimiz ‘sera etkisi’ yapan ve bu yüzden dünyamızın ısınmasına sebep olan zararlı gazların başında karbondioksit geliyor.  Diğer gazlar da var (metan gibi) ama fosil yakıtların tüketilmesinden kaynaklanan karbon salınımı bugün için bir numaralı tehlike.

Bugünkü trend devam ederse, yerkürenin 90 yıl içinde ortalama altı derece daha ısınacağı ve iklim değişikliklerinin geri dönülmez zararlar yaratacağı artık herkesçe biliniyor.  Küresel ısınmanın ‘artış hızını’ yavaşlatarak kalıcı bir dengeye ulaşmak, kayalara doğru giderek hızlanan 300 bin gros tonluk dev bir tankerin süratini kesip yönünü değiştirmek gibi, çok zaman ve uğraş istiyor.

Gerçek şu ki, küresel ısınma konusundaki tüm feryatlara rağmen, birincil enerji ihtiyacının takriben % 85’i halen fosil yakıtlardan (petrol, doğal gaz ve kömürden) elde edilmekte. Fosil yakıta olan düşkünlüğümüz 33 sene evvelki % 87 seviyesinden ine ine % 81’lere gelebilmiş.  Diğer bir ifadeyle, havayı kirletmeyen enerji kullanımının payı son 33 senede, sadece % 6 artmış. İyi bir gelişme, ama bu arada enerji tüketimi neredeyse iki misline çıktığı için, karbon salınımındaki artış bu gelişmeyi gölgeler nitelikte.  Hesaplara göre, 30 yıldan önce bu durum değişemeyecek.  Dünyamızın iki ile üç derece daha ısınmasının önüne ne olursa olsun geçilemeyecek.   Bırakın önüne geçmeyi, şu an enerji gündeminin ortasında 2030 senesine kadar toplam enerji ihtiyacındaki % 77’lik ek talebi karşılayabilmek için petrol, kömür ve gaz sektörüne takriben 300 milyar dolarlık bir yatırım mevzuu var ki, evlere şenlik.  Bu yatırımlar yapılamaz ise, toprağın altında hâlihazırda mevcut olan enerji kaynaklarını kullanamayacağız ve fiyatlar tavana vuracak.  Tamamlanır ise, ‘makul’ fiyatlara enerji tüketeceğiz ancak dünyamızın ısınması aynen devam edecek. 

Şimdi bıçak kemiğe dayandı ve başta ABD Başkanı Obama olmak üzere, küresel ısınma dünya liderlerinin gündeminde yerini aldı.  Artık politika belirlemek zorundalar.

Alınacak önlemler ile ilgili politikalar belirlenirken, bir sürü çelişkiler de birlikte geliyor:  Birincisi, gelişmekte olan ülkeler (başta Çin, Hindistan) tükettikleri enerjiyi pahalılaştıracak bir şekilde çevreyi koruma önlemi almak istemiyorlar.  Sadece Çin’in 2000’den 2006 senesine kadar havaya saldığı zararlı gazlardaki ARTIŞ miktarı, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Türkiye’nin bir yılda havaya saldıkları TOPLAM miktardan fazla!  Gel gör ki, Çin politikacıları da ‘bizim için çevreyi düşünmek, hamala kravat takmaya benzer’ tutumundalar.  Bedelini siz ödeyin, şimdiye kadar kirlettiklerinize sayın, diyorlar.  Bir diğer çelişki, nükleer enerji gücünün gelişmekte olan ülkelerin eline geçmesi.  Enerji için kullanılırsa, iyi... Ya akıllarına başka şeyler gelirse? Belli değil ne olacağı.  Iran, Kuzey Kore, Pakistan… Liste uzuyor bir yandan.   Doğal gaz satışında Rusya’nın Ukrayna ve dolayısı ile Avrupa’ya uyguladığı politikalar da enerji üreten ve kullananlar arasında işler zora bindiğinde ne tür sorunlar yaşanabileceğinin bir göstergesi...

İyi haber şu ki, ‘onlar’ da artık işi ciddiye almaya başladılar.  Kyoto Anlaşması’na imza koymayan ABD bu sene ‘American Clean Energy and Security Act’ (Amerikan Temiz Enerji ve Güvenliği Yasası)’nı uygulamaya sokuyor.  Dünya nüfusunun % 4,6’sından, enerji üretiminin % 15’inden ve enerji tüketiminin % 21’inden tek başına sorumlu olan ABD,  artık.

• Karbon salınımlarını ciddi oranda azaltacak,

• Tükettiği enerjideki ‘yenilenebilir’ payını % 20’lere çıkaracak,

• Kömürün karbondioksitini %50 azaltacak,

• Zararlı gazları havaya çıkmadan yakalayacak ve saklayacak teknolojiler geliştirecek,

• Karbon kotalarının ticareti ile yepyeni kazanç kaynakları ortaya çıkaracak,

• Tüketicilerin internet üzerinden kullanım ve üretimlerini düzenlemelerine olanak sağlayacak,

Altyapılara yatırım yapmaya kararlı.    Trilyon dolarlarla ölçülen bu yeni yatırımların bir yandan da ekonomilere canlılık getirmesi bekleniyor.

Boş durmayan Google yönetimi, bu sene Google Power Meter diye bir lansman hazırlıyor (www.google.org/powermeter).  Belki yakın bir tarihte, evimizde tükettiğimiz elektrik miktarını grafik olarak takip edebilecek, komşularımızla karşılaştırabilecek ve tasarruf tedbirlerini devreye sokabilecek duruma geleceğiz.  Hibrit arabamızı solar panelle besleyip, tatil beldesindeki evimizin rüzgâr jeneratöründen çıkan elektriği en iyi fiyat verene geri satabileceğiz.  Hem de Google hesabımızdan.  Bu altyapı olur ise, küresel ısınma tehdidi karşısında az da olsa umut filizleri beliriyor sanki..

Bir sonraki yazımda, Danimarka’nın temiz enerjiye geçişindeki başarısını irdeleyeceğim.

 

 (Not:  Bu yazıda sunulan bilgiler, www.doe.gov,

www.iea.org, www.enerji.gov.tr, www.america.gov ve küresel ısınma konusuna odaklanmış organizasyonların websitelerindeki kaynaklara dayanmaktadır).