“İlginç” gelişimlere şahit olduğumuza kani olabilmek için henüz çok mu erken...?

Köşe Yazısı
27 Nisan 2011 Çarşamba

Jose V.ÇİPRUT


Ruso’nun(1) Cemiî Kontrat’ında “toplumsal sözleşme” mefhumu şöyle hülâsa edilebilir: ‘Kişiler karşılıklı rızayla müştereken kurdukları toplumda beraberce onayladıkları kurallara saygı gösteren mes’ul görevlerini samimiyetle deruhte edip yekdiğerini her tür şiddet, gaddarlık, hilekârlık, haksızlık ve ihmalden korumayı medenî insanlar için yegâne cemiî hürriyet şekli addebilmelidirler’. İçtimaî Pakt nazariyesi yalnız Ruso’nun değil, Hobs ve Lok’un da geliştirmiş olduğu(2) bir yaklaşımdır. Bu yolda en üstün şıkkı Hobs mutlak kraliyette; Lok, liberal monarşide, Ruso liberal cumhuriyetçilikte keşfetmiştir. Bu görüşler toplumları anayasal krallığa,meşrutî hükümete, cumhuriyet rejimlerine yöneltmiş, ABD’de demokrasi kavramının takibi/tatbiki gayesiyle Bağımsızlık Bildirgesi’nin tahririne ve imzalanmasına yol açmıştır. Sosyal Paktın adalete verdiği önemli yeriyse Rols’a(3)medyunuzdur. Bugün etrafa baktığımızda, küremizde “medeni toplum” olarak ne görebiliyoruz ama? Evrene silâh marifetiyle ‘özerklik’ teklif edenler; kendilerini ‘demokrasiye ulaşmış’ sananlar; dünyanın demokratikleşebileceğine inanmayanlar; demokrasi konusunu gelir kaynağı edinenler ve kontrat lafını ya mal sahibinden duymuş ya da bunun imzalanıp unutulur bir belge (öngörmedikleri keşfedilse çıkar sağlanabilecek bir kağıt parçası) olduğuna kanaat getirmiş olanlar, vesaire…

İşini bilen Çinli beddua etmez, takdis verir: “İlginç günler yaşayasın!” der... Ancak ilginç günlerin farkına varmak zaman alır. 1789 Fransız İhtilali’nin beşeriyete ne “değişiklikler” getirmiş olabildiği kendisinden sorulan Çu Enlai(4)“buna cevap verebilmek için henüz çok erkendir” demişti. “Arap uyanışı”na şahit olduğumuz bugünlerde, ilginç anlar yaşamakta olduğumuzu hissediyorum da bu olayların aksülamellerini tamamen kavrayabilmek için zamana – çok zamana – ihtiyacımız olacağını sanıyorum:

Tunus ve Mısır’daki gelişmelerle Libya, Yemen ve Bahreyn’de husule gelen karmaşalıklar arasında kök, kural ve konum farkları bunların herbirine Suriye ve Ürdün sürümlerinden de çok başka içerik ve mizaç vermektedir. Arap devletlerinin hemen hepsinde, rejimle ahali arasındaki zımnî “sosyal kontrat” -- tahammülü mümkün gıda fiyatları ve mesken/istihdam/sağlık/eğitim garantileri karşılığında -- ‘devlet hükmüne şikâyetsiz rıza ve suskun itaat’ten ibarettir. 2010 yılında, 21 memlekette 300 milyonu aşkın Arabın 1/5’i İnternet’e erişebiliyordu. Bu rakam, bugün, 2012’de Arap nüfusunun 1/4’ine varabilir bir artış göstermektedir. Bu memleketlerde elektronik örgütlere katılanlar gazete okuyanların sayısını aşmış durumdadırlar. Tübünden fırlamış dişmacununu tekrar tübüne sokuşturmağa çalışmak hem abes hem de imkânsızdır. Bu çerçevede “Arap Baharı”nın devlet-halk ilişkilerini bukadar hızla okadar uzağa götürebileceğini önceden tahayyül bile edememiş cessur ama bitkin biçareleri ne tür istikballer bekliyor dersiniz? Tunus ve Mısır rejimleri kendilerine düşen yükümlülükleri kendi kontratlarının şartlarınca bile sağlayamamışlardır. Mısır’da silahlı kuvvetlerin başa geçtikten sonra kamu düzenini sağlamak uğruna yarattıkları huzursuzluğun artışı; erken seçimlerin sürükleyebileceği neticeler; meşruen istifası sağlanmış devlet başkanıyla iki oğlunun ve devlet vekillerinden bazılarının şimdiyse hapsedilip cezalandırılmalarında ısrar edenlerin siyasî gündemleri; Mısır’ın içte/dışta istikrarlı önderliğine ihtiyaç görenlerin devletin ve milletin demokratikleşmeye mi yeni bir otoriterliğe mi güdüldüğünü kestirmelerini imkânsız kılmaktadır Libya’da “demokrasi taraftarları”nın “İslamist eleman” muhtevası devletin bölünüp sivil harbe sürüklenmesini, dıştan karışanların (acemî) şefaatıyla daha da muhtemel kılabilir. Yemen’de bu hükümet (ergeç) düştükten sonra başa Al Wefaq Millî İslam Cemiyeti’nden, El Waad Partisi’nden, Bahreyn İnsan Hakları Cemiyeti’nden, Bahreyn İşçi Genel Federasyonu’ndan, Bahreyn İnsan Hakları Gençlik Merkezi gibilerinden demokratikleşme konusunda ne derecede/seviyede (içeren türden) katkılar beklenebileceği (kuşkusuz hayli bir zaman için) muamma kalacaktır. Kuzey’de El-Huti kalkınması, Güney’de ayrılma yandaşı hareketler ve Al-Kaida’nın Arap Yarımadasındaki tehditkâr tutumu Yemen’in demokratik istikbaline gölge vermektedir. Bahreyn’deki nümayişe cevaben Suud’un ve BAE (Birleşik Arap Emirlikleri)’nin o devlete verdiği silâhlı destek Körfez’de (ve Akdeniz’de) Sun’î-Şiî ‘nüfuz rekabeti’ni sivrileştirebilecektir. Suriye’deki isyanlara hükûmetin vermeğe tenezzül ettiği sathî ve kıfayetsiz cevap çabukça takviye edildi. Hala mümkün rejim değişimi Suriye’nin iç/dış dengelerini uzun müddet belirsizliğe sokabilir, ama; hele yerel hiddetlere Halep ve Şam’ın siyasî güçlü tüccar sınıflarının bıkkınlığı da katılırsa... Ürdün’ün “Filistin” menşe’li tebaası istenilen ‘reform’ları elde etmediği takdirde, iç/dış nedenlerle, memleketin yükte ağır pahada hafif istikrarını (geriye dönülemez şekillerde) zeddeleyebilir. Lübnan ise daha da hassas durumdadır. Olayların “ilginç” kıldığı bu zamanların yaratabilecekleri hüsnükuruntulardan öte, gözle görülür elle tutulur yeniliklere inanabilmemiz için vakit henüz çok erken derim...

Dipnot:

1 Jean-Jacques Rousseau (1762)
2 Thomas Hobbes (1651), John Locke (1689)
3 John Bordley Rawls (1921-2002)
4 Zhu Enlai (1898-1976)