Arap Rönesansı

Alber NASİ Köşe Yazısı
6 Nisan 2011 Çarşamba

Tunus, Mısır, Libya derken Bahreyn ve Suriye'yi de etkisine alan değişim rüzgârı zaman zaman durulsa da veya statükoyu yenmekte güçlük çekse de devam edecek. Yaşananlar en basit tanımıyla Arap Rönesansı’dır. Elbette bu Rönesans bölgede etkin din olan İslamiyet’in de yorumlanmasında farklılar getirecek ve bu sayede İslamiyet tekrar hak ettiği itibarı kazanacaktır.

Hıristiyan dünyasında son derece uzun ve kanlı bir dönem sonrasında varılan noktaya Arap dünyası günümüzde çok daha hızlı ancak ne yazık ki bir o kadar da kanlı varacak gibi gözüküyor.

Batı, kukla ve kontrolden çıkmaya eğilimli liderlerle işi daha fazla götüremeyeceğini açıkça anlamıştır. Gündelik hayatımızda dahi konumumuz ve konumları ne olursa olsun muhatap aldığımız insanların belli bir zekâ, ahlak ve saygı normlarına sahip olmalarını beklemek en doğal hakkımızdır. Bir insan için durum böyleyken bir devlet için daha farklı olması beklenmemelidir. Bir millet devletinin başında, diğer liderlerle muhatap olamayacak bir lider tutuyorsa, o milletin sömürülmesi, itilmesi, ülkesinin işgal edilmesi kaçınılmazdır.

Mısır'ın Devlet eski Başkanı Hüsnü Mübarek için bu argüman pek fazla geçerli olmasa da, Libya Lideri Muammer Kaddafi ve Suriye Devlet Başkanı Başer Esad için bunları söylemek mümkün.

Esad, çok daha iyi eğitimli ve bir devlet kültürü içinden gelmiş olmasına karşın, sürdürdüğü politikalarla Batı dünyası tarafından pek de sevilen bir lider değildir.  Uygun jeopolitik konumuna rağmen ülkesi kalkınamamıştır. Suriye, ABD'nin terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkmış olsa da terör konusunda pek de masum sayılmamaktadır. Ancak, Suriye’yle İsrail de dahil olmak üzere kimsenin savaşmaya niyeti yok gibi görünüyor. Başer Esad bir dizi reform yapmış olsa da Batı ile anlaşmazsa Suriye'de sıkıntılı günler devam edecektir. Konu Suriye ile sınır komşusu olan ve hali hazırda sınırları açık olan ülkemizi oldukça yakından ilgilendirmektedir.

* * *

Bu arada dünyada şu anda yaşanan en önemli olay kesinlikle bu değildir. Her nedense çevremizde yaşayan insanlar Ural Dağları’nın gerisinde olanları diğer bir gezegende olanlar gibi algılamaktadır. Japonya'da Fukuşima Nükleer Santrali’nde olanlar pek de uzun olmayan bir vadede tüm insanlığın hayatını etkileyecektir. Olan olmuştur ve durumdan ders alarak geleceği buradan alınacak derslerle şekillendirmekte yarar vardır. Nükleer enerjinin dünya üzerinde bir enerji kaynağı olma dönemi kapanmak üzeredir.

Son derece ileri teknolojiye ve sistemlere sahip Japonya'nın dünyayı böylesine bir dramla karşı karşıya getirmesi bunun habercisidir.