Doğmak... Yeniden

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
16 Mart 2011 Çarşamba

Yazılarımda sık sık reenkarnasyondan söz ettiğimi fark etmişsinizdir. Ölümsüz olan ruh, fani bedenden ayrılıp ‘bu dünya’dan göç ettikten sonra, başka bir vücutla gerçekten dünyaya geri gelebilir mi?

Geleneksel Yahudilik eğitimi bu konuya hiç değinmemeyi yeğler ve kişiye, sen bu dünyada yaptıklarınla ilgilen der; gerisini Yüce Yaratan’a bırak. O’nun emirlerini elinden geldiğince yerine getir, O’nun istediği gibi bir ‘insan ol’, sana verilmiş olan potansiyeli en yararlı biçimde kullan, öbür dünyayı kafana takma.

Şimdi, Yahudilikte ‘öbür dünya’ kavramı yok, varsa yoksa ‘bu dünya’ gibi yanlış bir fikre kapılmanızı istemem. Tam aksine. Eğer öbür dünyaya göre yaşarsan, bu dünyada yapman gerekenleri layıkıyla gerçekleştiremezsin. Kutsal Olan’ın verdiği emirler arasında ayrım yapmaya kalkarsın. Oysa bize hangi mitsva’nın daha önemli olduğu hakkında en ufak bir ipucu dahi verilmemiştir. “Hangi bayram daha önemlidir?” diye sormak bile günahtır. Yargılamak, Yaratan’ın işidir.

Mesele bu dünyanın hayhuyu içinde yaşarken, hiç değilse Şabat ve bayramlarda ruhaniliğe ulaşmaktır. Pisliğin içine bulaşmışken arınmayı bilmek, kötülüğün arasında iyi kalmak, iyiyi bulmaktır. Sonuçta ‘bu dünyayı’ en doğal şekliyle yaşamak gerekir. Dağ başında bir mağaraya çekilirsek, neye göre sınanabiliriz ki? Bir karıncayı kazara mı ezdik, yoksa isteyerek mi, mesela...

Öbür dünya, Kabala’nın ilgi alanına girer. Peki kimler Kabala öğrenebilir? Şimdi sıkı durun. Tora eğitimini çok küçük yaşlardan beri sürdüren, 40 yaşını doldurmuş, evli erkekler.

Öğretmen unvanı taşıyan bazı kişilerin Kabala’yı uygulatma çabalarına bakıyorum da... İnanın şaşırıyorum. İbrani harflerini bile tanımadan insanın eline bir kâğıt tutuşturup, sen şimdi bu harflere bak, gözlerini kapat, hayalinde o harfleri siyah fon üzerinde beyaz gör, sonra beyaz fon üzerinde siyah gör, hiçbir sıkıntın kalmayacak. Bu mudur? Hayır sevgili dostlar, değildir. Yıllar önce denedim. Tek gördüğüm ğançoş panços oldu! (Karınca duası şeklinde tercüme etsem, günaha girer miyim acaba?)

İbrani harflerine boş boş bakmak, hiçbir derde deva değildir. O harfleri önce Tora metni içerisinde göreceksiniz, bazılarının neden daha uzun veya daha kısa, kavisli ya da eğimli olduğunu, şekillerinin neleri simgelediğini öğreneceksiniz, ondan sonra bakıp meditasyon yapacaksınız. Açıkçası on bir yıllık yoğun bir Tora eğitiminden sonra bile bunu başarabilmiş değilim.

E tabii, sen kadınsın da ondan diyebilirsiniz. Yok... Kazın ayağı artık öyle değil. Kabala eğitimine başlama kuralları belirlendiğinde, kızlara Tora öğretilmiyordu. Daha doğrusu, gereğinden fazlası öğretilmiyordu. Gereği neydi peki? Bir Yahudi yuvasının temel direği olan kadın; aile saflığı, kaşerut, Şabat ve bayramlar, doğum, düğün ve maalesef ölüm gibi çok önemli konuları elbette ki bilmek zorundaydı. Ama Tora’daki olayları konsejika (masal) gibi öğrense de olurdu: Ağabeyleri tarafından satılan Yosef ya da Ali Baba ve Kırk Haramiler, ne fark eder?

Çok şükür ki günümüzde genç kız ve kadınlar Tora’yı derinlemesine öğrenebiliyor. Ve Tora’yı çok ama çok sevebiliyorlar! Bu arada ben bir Hegkom  (Hahambaşılık Eğitim Komisyonu) ürünüyüm ve tüm üyelerine sonsuz minnetlerimi sunuyorum. Bir Baala Teşuva olmamda rolleri çok büyüktür. BaalaTeşuva ne mi demek? Pişman olup dine geri dönen demek. Bu tanım bana tam uymasa da -hiçbir zaman dinden çıkmadım, sadece yolumu şaşırıp uzaklaştım- gururla taşıyorum.

Asıl konumuz reenkarnasyondu, değil mi? O halde konuya geri dönelim. Evren, Adam ile Hava’nın Gan Eden’de işlediği ‘ilk günah’ yüzünden, amaçlanan mükemmelliğe ulaşamadı. Yaratılışta, En Büyük Hikmet (Kutsal Olan, Kabalistik metinlerde bu şekilde de nitelendirilir) ile ortak olan insan, kendisi ve evren için belirlenen mükemmellik seviyesine gelininceye kadar uğraşıp didinmek zorunda. Bizler sıradan insanlarız. Yüce Yaratıcı’nın amaçladığı hedefe ulaşmamıza bir ömür yeter mi? Kaldı ki, kişi ne kadar büyükse, kendisinden beklenen de o kadar fazladır.

İnsanoğlu işte bu yüzden, içindeki potansiyeli sonuna kadar kullanıp kendisi için belirlenen mükemmellik seviyesine çıkıncaya dek, ölür ve başka bir vücutla yeniden dünyaya gelir. Her gelişinde, bir önceki yaşamında yaptığı hataları düzeltmeye çabalar. Şimdi sorabilirsiniz, ben bir önceki hayatımda ne hata yaptığımı nereden bileyim? Medyuma mı gideyim? Hayır. Hepimiz bu hayatta bize ‘doğru budur’ diye Kutsal Kitaplarımızda öğretilenleri yapacağız. Doğru olanı yaparsak, hatalarımızı zaten telâfi etmiş oluruz. Herkesin doğrusu başkadır diye demagoji yapmaya gerek yok. Dinler, yaşamı kullanma kılavuzlarıdır ve inançlarına göre yaşamayı seçenler için doğru, Kutsal Olan’ın emrettiğidir.  

Yazımın başlığı “Doğmak... Yeniden” bir özlem içeriyormuş gibi duruyor sanırım. Oysa yeniden doğmayı istemek, ben bu hayatta başaramadım, bir daha denemek istiyorum demektir. Varsayalım ki çok kilolusunuz, aynaya bakıyorsunuz ve... Halinizden memnunsanız, kimsenin diyecek hiçbir sözü olamaz. Ama hoşnutsuzsanız, zayıflamam gerekir diyorsanız ancak bu uğurda hiçbir girişimde bulunmuyorsanız, istediğiniz görüntüde biri olmak için hayata bir daha gelmeyi mi beklersiniz? Babaannem Estreya’nın dediği gibi: A la otra vinida. Sanmıyorum. Karar verirsiniz, beslenme şeklinizi değiştirirsiniz, daha çok hareket edersiniz ve zamaaan içinde özlemini duyduğunuz forma kavuşursunuz... Aynısını maneviyat konusunda yapmak daha mı zor? Değil inanın. Yeter ki yürekten isteyin. Düşe kalka, zamaaan içinde başarırsınız.

Yüce Yaratan, “olmak için” çabalayanları, yekten başaranlardan daha çok severmiş.