Türkiye, İsrail ve Çin

Köşe Yazısı
1 Aralık 2010 Çarşamba

Micheal AUSLIN


Geçtiğimiz birkaç yıl içinde, dünya üzerindeki çok özel ve önemli ilişkilerinden biri sona ermeye başladı. On yıllar boyunca Türkiye ve İsrail kurdukları alışagelmemiş ve önemli ilişkiden hem kendileri faydalandı, hem de bir Müslüman ve Yahudi devletin otoriter rejimlere karşı birlikte çalışabileceğini göstererek Ortadoğu’da güvenliğin sağlanmasına yardımcı oldu.

Türkiye, 1948’de İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke idi. İki ülke diplomatik ve güvenlik alanındaki işbirliğini 1980’li ve 1990’lı yıllarda arttırdı. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri, Ankara’nın Kudüs ile yakın ilişkiler içinde olması taraftarıydı çünkü iki ülke de Suriye ve İran’ın tehditleri ile karşı karşıya idi. Türkiye ve İsrail istihbarat bilgilerini paylaştı, orduları ortak eğitim tatbikatları gerçekleştirdi ve aralarında önemli bir silah ticareti vardı. İsrail, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ileri derece malzeme sundu ve birçok silah sisteminin modernizasyonunu sağladı. Buna karşılık olarak Ankara da, İsrail Hava Kuvvetleri’nin Türk hava sahasını kullanımına izin verdi; bu da İsrail’e Suriye gibi bazı ülkeler için istihbarat toplamasında yardımcı oldu. Ayrıca belli bir noktaya kadar Türkiye’nin hava üslerini de kullanabilen İsrail’in bu sayede askeri gücünün etki alanı arttırdı.

Ne yazık ki, Ankara ve Kudüs’ün ilişkileri, geçtiğimiz birkaç yıl içinde kötüleşti. Başbakan Tayyip Erdoğan iktidarının ilk yıllarında İsrail ile işbirliğine devam etti. Ancak dış politikasında Suriye ve İran’a kucak açmaya başladığında İsrail’den de uzaklaşmaya başladı. Erdoğan, Kudüs ile bağlantılarını azaltma kararına, Filistin konusu ve 2008’deki Gazze operasyonu da dahil, birçok neden sundu. Erdoğan’ın 2009 Davos Ekonomik Forumu’nda İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres ile İsrail’in Gazze’deki askeri müdahalesi konusundaki bir tartışmada sahneden ünlü çıkışı, Arap dünyasında coşku ile karşılandı.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin çöküşü ise bu yıl Mayıs ayında Türk sponsorluğundaki bir gemi filosunun, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargoyu delmeye çalışması sırasında oldu. İsrailli komandolar geminin güvertesine indi. Burada saldırıya uğradıktan sonra ise protestoculara ateş açarak, dokuz Türk aktivisti öldürdüler. Bu olaydan sonra Ankara, İsrail’deki elçisini geri çağırdı ve askeri tatbikatlar da dahil olmak üzere tüm ikili görüşmeleri iptal etti. O tarihten itibaren Başbakan Erdoğan, Kudüs ile ilişkileri düzeltmeyi reddediyor. Yakın zamanda da Ankara hükümeti, geleneksel olarak ABD, İsrail ve Türkiye’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği bir askeri tatbikata, İsrail’i davet etmeyi reddetti.

Tüm bunlar yeterince endişe verici değilmiş gibi, Türkiye ile İsrail’in iyi ilişkileri bölgedeki Suriye ve İran gibi rejimler üzerinde baskı unsuru oluyordu. İki ülke arasındaki bu ilişkilerin tepe taklak olması yetmiyormuş gibi, Erdoğan’ın başka bir otoriter rejimle yakınlaşma kararı vermesi, ABD ile olan ilişkileri de gerdi. Bu güç, Çin’dir. Ankara, İsrail ile bir tatbikat gerçekleştirmeyi reddettikten sonra, Konya’daki hava üssünde ortak manevralar için Çin Hava Kuvvetleri’nin davet etti.

Bu son gelişmeler, Türkiye’nin, ABD ve İsrail gibi liberal ülkelerle iyi ilişkiler kurması gerektiğini düşünen herkesi endişelendirmelidir. Başbakan Erdoğan’ın Çin’e ve başkanı Hu Jintao’ya yanaşmasının gerekçesi ne olabilir? Daha önceki aylarda, Erdoğan ve Hu, iki ülke arasındaki ticareti arttırmak amacıyla stratejik ortaklık anlaşması imzaladılar. Günümüzde, Türkiye-Çin ticaret hacmi 17 milyar dolar seviyesinde, Hu ve Erdoğan bu hacmi, 2015 yılında 50 milyar dolara çıkarmak istiyorlar. Ancak Çin-Türkiye ilişkisi sadece ticareti arttırmaktan daha da ileri gidiyor. Çin Hava Kuvvetleri ile ortak tatbikatlar yapmak, Başbakan Erdoğan’ın dış politikasının ve güvenlik stratejisinin değiştiğinin işaretlerinden biri.

İsrail ile yakın ve faydalı bir ilişki sürdürürken Erdoğan Türkiye-İsrail ilişkilerini düzenli olarak azalttı ve aşağıya çekti. Şimdi ise, İran’ın nükleer gücünü durdurmaya yardım etmeyi reddeden ve son birkaç ay içinde ABD ile ihtilaflara karışan bir otoriter güce yakınlaşmayı tercih ediyor. Çin, son dönemlerde, özellikle Güney Çin Denizi’ndeki yaşayan çekişmelerde, küçük Asya ülkeleri üzerinde büyük baskı uygulayarak kendini liberal ülkelerden izole etti.

Eğer Başbakan Erdoğan, kendine Suriye, Çin, İran gibi otoriter rejimlerden müttefikler seçmeye devam ederse, Türkiye kendisini liberal Batı’dan uzaklaşmış bulacak. Ortadoğu ve Asya’da sorun ve istikrarsızlık yaratan ülkelerle ortaklar kurduğu sürece dünyada kendisini daha etkisiz olacak. Ülkesindeki azınlıklara baskı uygulayan, vatandaşlarına devlet ideolojilerini zorla benimseten devletlerle yapılan bu ortaklıklar, Türkiye’nin eskiden olduğu gibi hoşgörülü ve açık bir toplum olmaya devam edip etmeyeceği yönünde soruları da beraberinde getirecek. Bu yolda atılacak adımlar, bir Müslüman devletle Yahudi devletin, güvenlik gibi konularda bir arada çalışmayacağı mesajını verecek. Bu durum, Türkiye’nin Ortadoğu’da ve dünyada barışı ve istikrarı arttırmaya yardımcı olması gerektiğini inananlar için de iyi olmayacak. Başbakan Erdoğan’ın bu yoldan geri adım atacağını ve Türkiye’nin güvenilir, eski ortaklarına geri döneceğini umalım.