Cam kırıkları parlıyor ölüm dansının en güzel örneklerini veren alevlerin altında. Başka ne yapsınlar ki. Onlar kendilerine biçilen mütevazi görevi yerine getirmenin telaşı içinde, insanlarla alay edercesine, parlıyorlar…
Cam kırıkları saçılmış kaldırımların üstüne… Az ötede yakılan kitaplardan gökyüzüne doğru uzanan alevlerin kıvrımları, derin yaralar bırakarak giriyor insanların kalplerine… Kitaplarla aynı kaderi paylaşan evlerin, işyerlerinin, alev tepeleri haline gelmiş sinagogların pencerelerinden sağa sola saldıran oklar misali fışkıran kardeşleri, buluşarak yansıyor, cam kırıklarının üstüne.
Cam kırıkları parlıyor ölüm dansının en güzel örneklerini veren alevlerin altında. Başka ne yapsınlar ki. Onlar kendilerine biçilen mütevazi görevi yerine getirmenin telaşı içinde, insanlarla alay edercesine, parlıyorlar… Bu denli ihtişam dolu bir görüntünün böylesine gaddar, böylesine acımasız sonuçlara neden olması haksızlık diye düşünüyor insan. Bu basit bir yangın değil. Bu vicdanı dağlayan, insandaki güzeli, iyiyi yerle bir eden, adaleti, özgürlüğü, kardeşliği bir çırpıda yok eden bir vahşet. Etrafı kaplayan duman karabasan gibi çökerken yaşlı Avrupa’nın üzerine, “Yahudi” olan herşeyi yutarken, iyiden iyiye hayatın içine girecek bir duygu, çaresizlik, alenileşiyor. Birileri kinin, nefretin, bağnazlığın pençesinde canavarlaşırken, ön yargının, düşmanlığın vurduğu diğerleri – veya ötekiler – hızla tecrit ediliyor toplumun genelinden. Gündelik yaşamda, yok etmek anlamsızca taçlandırılıyor, bir zevke, bir statüye dönüşüyor…
9 Kasım 1938… Nice düşünürü, sanat ve bilim adamını yetiştirmiş Alman toprakları Kristallnacht’a tanık oluyor… Ve acımasız bir süreç başlıyor… Esasında bu bir intikam süreci. Ulusal gururu ile oynandığı hissine kapılmış bir halkın, tarihte eşi benzeri olmayan bir şekilde saldırganlaşmasından söz ediyoruz. İrrasyonel düşüncenin tüm bir toplumu ele geçirmesinden, onu, tek fikir, tek hedef, tek düşünce ekseninde fakirliğe mahkum etmesinden söz ediyoruz.
İnsan, siyasi güç için, toprak için, maddi kaynaklar için ya da basit düşmanlıklar için savaşmıştır tarih boyunca. Avrupa din savaşlarına tanık olmuş, insanların inancı meta haline getirmesine teslim olmuştur. Nüfuz peşinde koşanların, birbirlerini kesmeleri, son tahlilde Fransız Devrimi’ne giden yola taş taşımıştır. Yine de, ‘Kavgam’ın niyet olarak ortaya attığı, 1935 Nürnberg yasalarının hukuki zemine taşıdığı Yahudi düşmanlığı, ne bir ekonomik çıkar ile, ne de bir siyasi beklenti ile bağdaşıyor. Bir halkın, geçmişinin karartılması, geleceğinden koparılması sürecini tarif edecek endüstriyel bir düşmanlık düşünülebilir mi? Bir halkın şeytanlaştırılması, insanlıktan düşürülmesi sürecini tarif edecek hastalıklı bir ruh yapısı düşünülebilir mi?
Bugün gelinen noktada, insan yaşananları anlamakta zorluk çekiyor. Kimi bu konuda samimi, - gittikçe artan - kimileri ise, ön yargılı… Yitip gidenlerin üzerinden çıkar sağlamaya, olmuşları olmamışçasına göstermeye çalışıyorlar. “O günlerden bugünlere geldiğimizde, Holokost’un hiçbir zaman olmadığını söyleyenleri, olayların abartıldığını iddia edenleri, bir çok Şoa kurtulanı için bir yuva oluşturan İsrail’in haritadan silinmesi için çağrıda bulunanları duyduğumda isyan ediyorum…” diyor Simone Veil.
Holokostu anlamak olası değil. İnsan denilen “her ne ise” onun, içinde bu denli kabaran çirkinlikleri bulundurabileceğini kabul etmek, korkunç bir şey. Zaten anlamak gerekmiyor. Ancak öğrenmek gerekiyor. Ders çıkartmak gerekiyor. Holokostu modası geçmiş bir tragedya şeklinde algılamadan, kendimizi Holokost yorgunluğunun kucağına terk etmeden, gelecek nesillere bunu borçlu olduğumuzu unutmadan…
Holokost bir Yahudi gerçeği değildir. Bu bir insanlık gerçeğidir. Yahudiler bunun öznesi olmuşlardır, o kadar! Dolayısı ile, 9 Kasım 1938 gecesi fitili yakılan cehaletin esiri olmadan, geleceğe yön vermek için bunun insanlık tarihinin bir parçası olduğunu hep hatırlayalım ve hatırlatalım.