Bateau Mouche

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
13 Ekim 2010 Çarşamba

Sonbahar gelip her tür dernek ve kurum, üyelerine hizmet vermeye başlayınca yeterli sayıda çalışan bulunmamasının sıkıntısı yaşanır. Gerçi hiç değişmeyen bir kural vardır. Otuz kişiden on kişi faal olarak çalışır, diğer yirmisi uykudadır. Gerek cemaatimizde, gerekse STK’larda gidişatı ayakta tutanlar ‘gönüllüler’dir. Gönüllü çalışmak ciddi bir ‘iş’tir. Ve de insanlar verdikleri oranda alırlar. ‘Bu kurum bana ne veriyor’ yerine, ‘ben bu kuruma ne veriyorum?’ düşüncesinden yola çıkarsak, sonuç gerçekten çok farklı olacaktır. Her kuruluş kendi iç dinamizmini beraberinde taşır. Günümüz insanı her ne kadar yoğun bir çalışma temposu içindeyse de, sosyal yaşantıdan kopmamaktadır. Sonuç olarak, ‘gönüllülük’ kişinin içinden gelerek sürdürdüğü bir yapılanma. Yeni bakış açıları sunma, yaratıcı olma, bir adım ötesini görebilme ve olumlu düşünce dürtüsü bir gönüllünün olmazsa olmazları. Sonuçta gönüllüler birer halkla ilişkiler elçisi gibidirler. Toplumun her kesiminde de onlara ihtiyaç vardır. “Ulvi görevleri vardır” gibi şatafatlı sözler söylemeyeceğim. Ancak toplumun ‘iyileştirilmesi’nde gönüllü çalışanların büyük payı olduğu da bir gerçek.

***

Her yıl revaçta olan bir yöre vardır. Uzun seneler GAP gezisi dillerden düşmedi. Güneş şöyle güzel, batışı başka doğuşu başka güzel v.s. Bu sene ‘in’ olan yer Eskişehir. ‘Paris’te Bateau Mouche ile geziyorsun; Venedik’te gondola biniyorsun; Floransa’daki gibi heykeller görüyorsun…’ Gidenler böyle diyor. Bu kez havalar çok soğumadan ben de gözlerimle tanık olmak istiyorum. 29 Ekim uzun bir hafta sonu tatili, belki yararlanmak istersiniz. Bir de hatırlatma notu: reklama girdiği için isim veremiyorum, ancak Eskişehir konusunda uzmanlaşmış bir turizm şirketi var. Aklınızda olsun.

***

Geçen seneden beri sıkı bir ‘dizi’ takipçisi oldum. Eskiden kınardım televizyon dizisi izleyenleri… Hani bunlarla ‘vakit’ kaybedenler statü olarak ‘entel dantel’ takımının dışında kalırlarmış gibi bir görüş vardı. Hiç bile değil. Zaten çevremde dizi izleyenlerin sayısı oldukça yüksek. Bu seneki  favorim, Türkan. Rahmetli Türkan Saylan’ın hayatı. Uzatmadıkları sürece dizileri seviyorum. Üstelik reklam aralarında inanmayacağınız kadar iş yapabiliyor veya kitabınıza kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz.

 Kısacası, dizi izlemek hiç de ayıp değil. Daha seçici davranmak, öte yandan müptelası olmamak elimizde.

***

Zaman zaman hafta sonlarında eşimle Boğaz’ın ara sokaklarını keşfe çıkarız. Farklı bir dünyaya dalarız. Arnavut kaldırımlarıyla döşeli o daracık sokaklarda zaman kavramı farklı bir boyuttadır. Kimi zaman küçük bir şapele rastlarız, kimi zaman bir azınlık okuluna. Melisa ağaçları, bir zamanlar orada Rumların yaşadığına tanıklık eder. Dükkanlar daha köhne, çağdaş marketler bile mahalleye uyum sağlarcasına ufalmışlar.

Geçtiğimiz Pazar günü Arnavutköy’ü mekan edindik. Yürürken gözüm bir ekmek fırınının vitrinine takıldı. Odun fırınında pişmiş, şehirde bulamayacağınız ebatta tahıllı, kepekli ve ayrıca hep o yöredeki bir balıkçıda yediğimiz börek tadındaki mısır ekmeği. Söz konusu mısır ekmeğini hep balık lokantasına özgü bir tat zannederdim. Meğerse iki adım ötedeki fırından alınırmış. Tabii dükkana girdik, elimiz dolu çıktık. Bu yürüyüşler gerçekten hoştur da, bazen kalorisi çoktur.