Ömer Baba mı, Polat Alemdar mı?

Köşe Yazısı
2 Şubat 2011 Çarşamba

Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Holokost Kurbanlarını Anma Günü olarak ilan ettiği 27 Ocak gününde, Türkiye’de ilk kez bir anma töreni yapıldı. Törene Türk Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, İstanbul Valisi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve sivil toplum kuruluşlarının başkan ve yöneticileri katıldı.

Beni en çok etkileyen kısmı ‘Holokost öğretisinin gerekliliği’ konu başlıklı açılış konuşması yapan Süzet Sidi’nin şu sözleriydi.

“Keşke bugün burada Holokost’ta ölüm fabrikalarında katledilen altı milyon Yahudi’yi sadece dualarla anabilsek ve onlara içimizden ‘sizler dünyayı ve insanlığı kurtarabilecek bir dersin kurbanı oldunuz’ diyebilseydik. İnsanoğlu nihayet farklılığın bir düşmanlık nedeni olmadığını, farklılığın bir zenginlik kaynağı olduğunu anladı diyebilseydik...

Bağırabilseydik keşke ‘kötü öldü, sizler kötüyü öldürdünüz’ diye... 

Ama ne yazık ki bu mümkün değil...”

Evet, bu mümkün değildi. Çünkü zulüm her yerde artarak devam ediyor. Öyleyse bir yerlerde yanlışlık yapıyoruz. Kullandığımız ilaçlar işe yaramıyor. Ya teşhiste ya da tedavide bir problem var. Bu nefret hastalığını giderebilmenin çaresi ne? Kime ihtiyacımız var?

Ben bu soruyu biraz da halkları yönlendiren ve şuuraltı algıları oluşturan sinema ve dizi film terminolojisinin diliyle sormak istiyorum.

Dünyada artarak yayılan nefret hastalığının çaresi Ömer Babalar’da mı, Polat Alemdarlar’da mı?

Kötülükleri iyilikle savan, görgüsüzce muamelelere müsamaha ile cevap veren, gönüllere girmenin mutlaka bir yolunu arayan ve bulan Ömer Babalara mı, yoksa dişe diş, göze göz mantığı içinde yarın geçeceğimiz köprüleri bugünden yıkarak yol alan Polat Alemdarlara mı ihtiyaç var?

Bu yorumu size bırakırken kendi âcizane görüşümü paylaşmak istiyorum.

Şunu çok iyi anlamamız lazım ki zalimin ne memleketi ne de milliyeti vardır. Şeytan nereli, hangi milletten diye soruyor muyuz? Dünyanın herhangi bir memleketinden veya milletinden zalim çıkabilir. Ve bu zulüm bir amansız virüs gibi sevgisiz kalmış gönüllerde yeşerir, yer tutar. Asıl mücadele edilmesi gereken korkunç hastalık işte budur.

Bu hastalığın karşısında tek denenmiş ve işe yarayan ilaç “şiddet şiddetle, nefret nefretle çözülmez” yaklaşımıdır. Reaksiyoner değil aksiyoner harekettir. Küsmeci darılmacı değil, sorunu çözmek için bazı şeyleri sineye çekme, sabır, fedakarlık ve özverili davranış sergilemektir.

İşte bu nedenle günümüzde ‘Ömer Baba’ insan tipine ihtiyacımız var. Çözecekse asırlık problemlerimizi, kamplaşmalarımızı, önyargılarımızı, düşmanlıklarımızı Ömer Babalar çözecek Polat Alemdarlar değil.

Holokost’u anma gecesinde beni en çok etkileyen ikinci ayrıntıyı da söylemeden geçemeyeceğim. Primo Levi’nin “Bunlar da mı insan?” sergisi ve aynı adlı kitabı bana kendi terminolojimden bir şeyi hatırlattı.

Kuran-ı Kerim de Araf suresi 179. ayette şöyle söyleniyor. “Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”

Sevgiye kabiliyeti var ama kalbini o vadilerde gezdirmeyen, görmeye kabiliyeti var ama “görmek istemeyenden daha kötü kör yoktur” diyen şair gibi görmeyi kendisine yasaklamış, işitmeye kabiliyeti olup ta duymak istemeyen, hele hele hatırlamaya kabiliyeti olup ta unutmak isteyenler için çok can alıcı bir tanımlama değil mi?

Yukarıdaki pasaj Primo Levi’nin “Bunlar da mı insan?” sorusuna verilen en güzel cevaplardan birisi olsa gerek.

Ahmet Muharrem Atlığ kimdir?

1971 yılında İzmir’de dünyaya gelen Atlığ, ilk ve ortaokulun ardından İzmir İmam Hatip Lisesi’ne gitti. Lisans eğitimini 1994 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamlayan Atlığ, daha sonra ‘Hıristiyan felsefesi’ dalında ABD’nin Houston şehrinde yüksek lisansını, İngiltere’de de aynı daldaki doktorasını tamamladı. Uzun yıllar kültürlerarası diyalog konusunda akademik ve saha çalışmaları yapan Atlığ, 2008 yılında Türkiye’ye döndü. Atlığ, halen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Kültürlerarası Diyalog Platformu Genel Sekreterliğini yürütüyor.