Babam ve renkler

Köşe Yazısı
26 Mayıs 2010 Çarşamba

David Ojalvo


Hayatın farklı zamanlarında, farklı öncelikleri olur insanın. Bazen belli bir amaca yönelir ve yaşamın renklerini sadeleştirirsiniz. Hatta ‘beyaz’, amacın kendisini temsil ederken; ‘siyah’ hedefe varamamak niteliğini taşır. Yelpaze dardır ve günler, birkaç ton arasında değişen gridir.

Yaklaşık altı ay oluyor, yazılarıma ara vermiştim. Beyaza doğru, bir gayret ilerlemeye çalışıyordum. Siyaha kalmaktan korkuyordum. Beyazım, bilinçaltımı, yaşama sebebimi kuşatmıştı. Yaşamın birçok yönüne dahi tahammül sınırım düşüktü. Oysa kimi zamanlarda yaşamın, yazgının karşısında çaresizizdir. Hayallerinizin gerçekleşememesinden korktuğunuz siyahı değil, gerçek siyahı görür, yaşarsınız.

***

Gazetemizin 30 Eylül 2009 sayısında, genel yayın yönetmenimiz İvo Molinas, başyazısına, “Her erkeğin ölümü babasının ölümüyle başlar” başlığını vermişti. Duygularını, düşüncelerini, babasına sevgi sözcüklerini dile getirememesinden dolayı duyduğu pişmanlığı kaleme almıştı. Okurlarını aynı hataya, pişmanlığa düşmemesi için uyarmıştı. Ben de şu mesajı yazmıştım 1 Ekim 2009’da:

“İvo’nun bu haftaki köşe yazısını okudum ve çok etkilendim.

İnsanın hüznünü cümlelere dökmesi, ölüme karşı verebilecek en anlamlı tepkilerden biri olsa gerek. İvo çok güzel yazmış...

Bana en çok huzur veren; ailemin, dostlarımın ve yakın çevremin sağlıklı ve  iyi olması.

Mesafeler duyguları etkiliyor. Ne yazık ki ölüm en büyük, en uzak mesafe... Bu dünyada ölçülebilirliği olmayan bir kavram; ama sevgiyi ifade etmekse fazlasıyla elimizde. Bunu hatırlattığınız için teşekkürler İvo...”

İvo’nun yazısının ardından yaklaşık altı ay sonra, ılık bir Mart sabahında babamı kaybedeceğimi o anda bilebilir, düşünebilir miydim?

***

Uzun zaman önce kurguladığım bir çember modeli var hatırımda. Hepimiz, birey olarak, merkezde bir noktayız. Çekirdek ailemiz bu noktaya en yakın çember. Ailemizin diğer üyeleri, can dostlarımız, arkadaşlarımız, çevremiz dışarıya doğru diziliyor. Bir ölüm haberi, merkezdeki noktaya ne kadar yakın bir çembere düşerse, yüreğiniz o kadar alev alıyor. Kara haber sizi, hayatınızı o kadar etkiliyor. O kadar eksiliyor, yalnızlaşıyorsunuz...

***

Babamın ardından kaleme aldığım ilk yazı bu. Sorularım var, mantıklı yanıtlarım var, susmak zorunda kaldıklarım var. Bir yanım hayretler içinde hâlâ. Baba farklı, büyük. Tıpkı denildiği gibi: dağ gibi adamdır baba.

Martın son günlerinde beni en çok etkileyen doğanın canlanışı, ağaçların yeşermesi oldu. Mevsim dönümü ister istemez fazlasıyla dikkat çekici geldi. Ben görebiliyordum; ya babam?...

Babamı kaybettiğimiz günden beri, gerek ben gerekse annemle dünyada nelerin değiştiğine dikkat eder olmuşuz. Her zamankinden bir farkı mı var olayların? Gerçek siyahın penceresinden baktığınızda dünyaya, olaylar daha da basitleşiyor, tıpkı söylendiği gibi... ‘Zaman’ denilen, ‘alışmak’ denilense, yeniden gökkuşağının renklerini yaşama dahil etme süreci belki de... Biliyorum, hayat devam ediyor. Elimi yeniden hayallerimi temsil eden beyaza uzatmak istiyorum; ama korkularımı, hayal kırıklıklarımı ‘siyah’ temsil etmiyor artık...

***

26 yaşındayım ve hayatımın gençlik kaldırımlarında, babama bir mutluluğu ve gururu yaşatabildim sanırım. Bu bana huzur ve teselli veriyor. Bir yanım İvo’nun satırlarıyla barışık.

Babamın anısına kaleme alacağım bu yazıyı uzun zamandır düşünüyordum. Bir de Fenerbahçeli olan babam için şampiyonluğu. Sekiz yıldan sonra, hayatımda ikinci kez bir maçı izledim. Fenerbahçe’nin şampiyon olmasını sadece babam için istedim.

Olmadı...

Babamdan sonraki dünyayı izlemeye, yaşamaya devam edeceğim. Gelişmelerde hem onu anacağım, hem de kendimi farklı bir açıdan tanıyacağım. Renkleri de yeniden keşfedeceğim.