Son kartvizitler...

Birkaç sene evvel, tükenmekte olan kartvizitlerimi yenilemek üzere Muhasebe Bölümü Sorumlumuz Anet Pase’nin yanına gittim. Bir kutu isterken üç kutu kartvizit geldi. Kutulara baktığımda aklımdan ilk geçen şu oldu: ‘Bunlar bittiğinde yayın koordinatörlüğü görevini bırakacağım.’ Kartvizitlerim tükenmek üzere. Ben de sözümü tutuyorum.

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
26 Mayıs 2010 Çarşamba

Bizim Şalom’da herkes her işi yapmakla yükümlüdür. Tabii ki, her çalışanın bir görev tanımı vardır. Yine de, ‘bu benim işim değil’ cümlesi gazetenin altın kuralları arasında yer almaz. İşte bu nedenle Muhasebe Bölümü Sorumlumuz Anet Pase de birkaç işi bir arada yürüten arkadaşlarımızdandır. Nitekim ben de birkaç sene evvel, tükenmekte olan kartvizitlerimi yenilemek üzere Anet’in yanına gittim. Bir kutu isterken üç kutu kartvizit geldi. Kutulara baktığımda aklımdan ilk geçen şu oldu: ‘Bunlar bittiğinde yayın koordinatörlüğü görevini bırakacağım.’ Kartvizitlerim tükenmek üzere. Ben de sözümü tutuyorum.

* * *

Şalom’da yayın koordinatörü olarak göreve gelmem on üç yıl öncesine dayanır. Gerçi Şalom’la özdeşleşmem 1984’lü yıllara uzanır. Gazetede herkes gibi çeviriler yaparak işe başladım. Osmanbey’deki dik merdivenli, sobalı Emrah Apartmanı’ndan sonra Nişantaşı Orhan Ersek Sokak’taki dubleks daireye taşındığımızda kendimizi lüksün zirvesinde hissetmiştik. Gönüllü çalıştığım çeviri yıllarından sonra Silvyo Ovadya’nın inisiyatifi ile açılan Gözlem Sanat Galerisi’nin yöneticiliğini profesyonel olarak üstlendim. Aynı zamanda kitap satışına da başlamıştık. Galerinin işlevi başka yerde sergi açmaya cesaret etmemiş sanatseverleri Gözlem’de konuk etmekti. Çok güzel sergilerimiz oldu. Beki ve David Almaleh ile Röne Hodara’nın ebru; İzel Rozental’in karikatür; Mili Mitrani ile Ersin Alok’un fotoğraf; Sara Hatem’in pleksi; Nelli Gavrieloğlu’nun takı… aklıma gelenlerden sadece birkaçı. Yeni bir mekandaydık. Mütevazı şartlarda yaşıyorduk. Doğru dürüst bir buzdolabımız yoktu. Sergi açılışlarında ikram edilecek şarapları soğutmak için dışarıdan talaşla kaplı buz kalıpları getirirdik. Misafirler küçücük salonda dolup taşar, dairenin sokak kapısını açmak zorunda kalırdık. Ve mutluyduk.

Aradan dört  yıl geçti. Kıyas kabul etmeyecek büyüklükte bir ofise taşındık. Hızla büyüyorduk. Dolaplar gene az geliyor, raflar yetmiyor, arşiv malzemeleri gene bir yerlere sığamıyor. Çağımız çok hızlı gelişiyor ve biz ona yetişmek için hep koşuyoruz.