Sen benim şarkılarımsın

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
1 Eylül 2010 Çarşamba

Zaman içinde yolculuk yapmaktır şarkı dinlemek...

Ve şarkı yazmayı bilmek ustalık ister.

Yetmişlerde çocuk olanlar; seksenlerin o tuhaf, anlaşılmaz modası içinde nostalji diye anne babalar için henüz taptaze olan şarkıları dinleyenler, Michael Jackson’ un ilk albümünü hâlâ saklayanlar, beni daha iyi anlayacaklardır.

Biz küçükken Füsun Önal ‘oh olsun’ diye seslenirken yerli filmlerde; Cici Kızlar, ekose etekleriyle ‘delisin’ i söylüyorlardı. Tanju Okan’ın kalın ve dokunaklı sesinden, ‘öyle sarhoş olsam ki’yi duyup henüz bir şey anlamazken Selçuk Ural’ın ‘güle güle sana’sında bir hüzün olduğunu fark ediyordu çocuk kalbimiz... Elimizde bir kalem ya da deodorant kutusuyla aynanın karşısında bir gün mutlaka şarkı söyleyeceğimizden emin, Emel Sayın taklitleri yaparak büyüyorduk. Şarkılar bize çok şey ifade ediyordu çünkü. Hepsinde bir doğallık, bir sahicilik vardı.

O zaman ortaokul denen okula geldiğimizde Wham ile ‘Wake Me Up Before You Go-Go’ diye bağırıp ilk İngilizce şarkılarımızı ezberliyor, saçları havalı iki adamın fotoğraflarını defterimizin arasında saklıyorduk. İlk dansımızı ‘Nothing’s gonna change my love for you’ ya da ‘Hello’ile yapıp ilk gözyaşlarımızı Knife’ın ‘You touched my life’, dizesinde döküyorduk.

Şarkı demek, hayatın kendisi demekti ve söylediklerimizi, söylemediklerimizi; söyleyebildiklerimizi ve söyleyemediklerimizi bize onlar söylüyordu.

MFÖ ile ‘Bodrum Bodrum’da, henüz Bodrum’un sırrına ermemişken bir sağa bir sola sallanıyor, ‘Güllerin İçinden’le giden sevgilileri geri çağırıyor; Sezen Aksu’nun ‘Sen Ağlama’sında pişmanlıklarımıza ağlıyor, Nilüfer’in ‘Esmer Günler’inde artık küçük olmadığımızı fark ediyorduk. “İster güneş ol yak beni, Yağmurum ol ağlat beni , Zincirleri yüreğimin artık sende’de Sezen’le teslim oluyorduk sevdiğimize...

Sonra işler karıştı biraz... Biz büyüdük ve kirlendi dünya...

Bir avuç kar beyazı bir adım yol, arayışında adını bilmediğimiz kadın ve adamlara rastlar olduk. Müzik sözün önüne geçer gibi oldu, kaybettik işin anlamını, cıstakların gürültüsünde bir yerlerde sıkışıp kaldı müzik. Söz kayboldu…

Ama bizim için Sezen vardı, Candan yeni gelmişti, Sertab parlıyordu bir yerlerde ve Tarkan imkânsızı başarmış gibiydi. Ajda’ysa evimizin baş köşesindeydi hep...

Şarkı, hele biraz da edebiyata dokunuyorsanız söz demektir sizin için. Bir kelime ya da bir cümle dolanır dilinize, aklınızda kim veya ne varsa dillenir dudaklarınızda, üstelik hiç tanımadığınız, yüzünü bile görmediğiniz söz yazarlarının sözlerinde size hayatı anlatır.

Şarkı tutarsınız bir yerlerde yaşınız kaç olursa olsun, çocukluk yıllarınızdan kalma bir alışkanlıkla.

Yetmişlerin başında doğmuşsanız, şimdi kırklı yaşlara başlıyor ve yavaş yavaş; ‘Akşam oldu hüzünlendim ben yine’ler, ‘Benzemez kimse sana’larda, gerçek bir anlam buluyorsunuz demektir.

Ve şarkı sözü dinleme alışkanlığınızla kendinize yakın olanları ayırıp yeniden kenara koymaya başlamışsınızdır.

Yazın başından beri arabalardan, barlardan, evlerden taşan şarkıların içinde kendinize en yakın bulduklarınız yine eskiden bildikleriniz...

‘Yoksa bahçemin eski şanı, sebebi koparılan çiçekler,’ diyen Sertab, ‘Boğazına düğümlenen hıçkırık olayım,’ diye seslenen Candan, ‘Çerçeve değil resim arıyorum’la bizi uyaran Ajda, ‘Yüreğimde zincirler kırılıyor duydun mu,’ diye soran Tarkan...

Hepsinin kulağınızda diğerlerinden önce yer etmesinin nedeni; bu kuşağın eskiyi sevmesi, eski ve yeni arasında bir yerlerde kalmış olması, hem eskiden hem yeniden tat almayı bilmesi, şarkıların müziğinden önce sözünü dinlemesi...

O şehirde şu oldu, bu şehirde bu oldu, diye hoplayıp zıplamayı yetişme çağındakilere bırakmış; sen benim şarkılarımsın gibi büyük bir cümlenin noktası olmayı başarmış kuşaktan olmayı ayrıcalık olarak görüyorum.

Ne kavgamız biter çünkü ne sevdamız, hüzün bizi terk etmez, içimizdeki kızı yeniden büyütmek için uğraşırız, aşk uğruna harp eder, Atın beni denizlere diyerek isyan eder, dön; çaresiz başım diye yalvarır, sahilden geçen sevgilide yüreğimizdeki gemileri kaldırırız.

Biz bir zamanın çocukları ciddi şarkıların peşinden gideriz.

Bir besteye söz yazmak da kitap yazmak kadar ciddi bir iştir.  İkisinin içine de hayat taşınır çünkü.