Ah İstanbulum

<p><span><strong>Mario Levi</strong></span><span>’nin ‘</span><b><span>İstanbul Bir Masaldı’</span></b><span> adlı romanını 2005 yılında okumuştum. Aradan geçen beş yıldan sonra, İstanbul dışındayken, kültürel zenginlikten söz ederken, çok güzel bir his duyuyorum bu kitabı düşünürken. Romanın anlatıcısıyla o büyük ailenin bir parçası oluyor, azınlık coğrafyasının şehirle ilişkisini en yoğun haliyle yaşıyorum. </span></font></p>

Köşe Yazısı
1 Eylül 2010 Çarşamba

David Ojalvo


Bir yılı aşkın bir süredir İstanbul dışında yaşıyorum. “2010 Avrupa Kültür Başkenti: İstanbul” sürecine ise başından beri inanmıyordum. Bu konuda, gazetemizin 17 Aralık 2008 sayısında bir makale kaleme almıştım. Aralık 2008’deki düşüncelerim yerini koruyor. Öte yandan, 2010’da İstanbul’da yaşamayan biri olarak, bu konuda nasıl böylesi bir tutum sergilediğim sorusu bana yöneltilebilir.  Küçük bir örnek vereceğim; ardından içimdeki İstanbul’a dair cümlelerim var.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti için uzunca bir süre şehrin dört bir yanında, televizyonlarda bir tanıtım videosu yayımlanmıştı. O videoda her dinin temsilcileri kapılarını açıyor, bizi farklı kültürlerin buluştuğu yedi tepeli şehre davet ediyorlardı. O videolardan bugüne araya olaylar, siyaset ve tepkiler girdi. Önümüz Eylül’ün ilk Pazar’ı ve 2000’den beri düzenlenen “Yahudi Kültürü Avrupa Günü” bu sene yapılmıyor olacak. Kültür başkenti, ne yazık ki, dış ve iç siyasete, İstanbul’da farklı kökenlere mensup toplumların ilgisinin olmadığı olaylara ve kötü gelişmelere yenik düşüyor. Bu süreçte karşısında, doğal olarak, süslü püslü başlıklardan arındırılmış, o en yalın haliyle İstanbulum’u tercih ediyorum. O İstanbul’u istiyor ve seviyorum. O İstanbul ise varlığımda ve çok özel bir romanda yaşıyor.

***

Mario Levi’nin ‘İstanbul Bir Masaldı’ adlı romanını 2005 yılında okumuştum. Aradan geçen beş yıldan sonra, İstanbul dışındayken, kültürel zenginlikten söz ederken, çok güzel bir his duyuyorum bu kitabı düşünürken. Romanın anlatıcısıyla o büyük ailenin bir parçası oluyor, azınlık coğrafyasının şehirle ilişkisini en yoğun haliyle yaşıyorum. Çok farklı bir yalnızlığa ortak oluyor, kimi anlarda bir hüznün eşliğinde İstanbul’u soluyorum. En dar sokaklarda geziniyor, boğazın ışıklarını seyrederken çok farklı öykülerin sessiz tanığı oluyorum. Hem de çok ihtişamlı küçük öyküler onlar. Bana aidiyetimin kökenini anlatan, haklı bir gururu yaşatan ve geleceğim adına çabalamam için yüreklendiren bir serüven bu. Aynı zamanda Doğu’yla Batı’nın buluştuğu bu coğrafyada insanı, sevgi bağlarını, yaşama ‘güzel’ dedirten değerleri tanıyorum.

‘İstanbul Bir Masaldı’ çok önemli bir edebiyat örneği aynı zamanda. Dini olarak azınlıkta kalanların öykülerinin daha iyi anlatılabileceğine kanaat getiremiyorum. Bir yanım çocukça bir kıskançlık da duyuyor bu romana karşı. O öykülerin sahibi ben olmayı isterdim çünkü... İçimde olan anlatma ve paylaşma dürtüsüne karşılık, romanı bir kılavuz olarak görebilmek adına çoktandır içsel bir yolculuktayım. Sonraki kuşakların da anlatabileceği öyküler olmalı; ama ‘İstanbul Bir Masaldı’daki değerler günümüzde hızla tükenmekte. O değerler olmadan, o değerleri yaşamadan da anlatmak mümkün görünmüyor. Mario Levi’nin bir söyleşisinde, “Bir daha ‘İstanbul Bir Masaldı’ gibi bir roman yazmayacağım” deyişinde belki bu tükenişin de bir rolü vardır.

Bir gün bu romanı yeniden okuyacağım.

Her ne kadar İstanbul’un o en güzel portresi sayfalar boyu içimi ısıtsa da, yüzümüzü geleceğe çevirmemiz şart. Hayatım İstanbul’da devam edecek ve yıllar geçtikçe şehir değişiyor. Önceki paragrafta sözünü ettiğim gibi, değerlerin tükenmekte oluşu, bir ülser misali içimi kazıyor. Kültür başkenti derken, vitrinle çerçevenin uyuşmadığını görmek ayrıca üzücü. Sonuçta İstanbul, sevdalılarına emanet bir kez daha. Tarihin mirasına sahip çıkmalı, değerleri var güçle yaşatmaya çalışmalı. Biliyorum, bunu başarmak da, bir yanıyla, çok daha geniş bir resme bakıyor. Kültürel etkinliklerin, birlik ve beraberliğin tahriklere, kaygılara, siyasete yenilmediği bir resme...