‘Inception’ı gerçekten anladık mı?

Köşe Yazısı
11 Ağustos 2010 Çarşamba

Vizyondaki bir filme ‘görülmesi gerekiyor’ diye giden izleyicilerden bir olmadım hiç. Bazı filmleri, örneğin Twilight serisini sosyal ortamlarda sohbet dışı kalacağımı bile bile seyretmemeyi tercih ettim. Oynayan aktörlerin çekiciliğine bakmaksızın, vampirle aşkın harmanlandığı bir film ilgimi çekmedi henüz. Bazı filmleri ise belli sosyal ortamlarda alay konusunu olabileceğimi bilerek seyretmeyi tercih ettim; Recep İvedik ve Recep İvedik 2 gibi… Dalga geçildim, “Recep İvedik’e gidilir mi?”lere maruz kaldım, fakat güldüm, ne yalan söyleyeyim… Beni eğlendirmesi, benim için yeterliydi. Üçüncüsüne gitme gereği duymadım, kabak tadı verebileceğini düşünerek.

***

Bir filmi algılamamaya başladığınızda konsantrasyonunuz dağılıp seyretmemeye başladığınız olmuştur belki. Benim oldu. Bazılarımız anlamadığını belli etmek istemediği için “anladım” diyebilir, ben ise uyuya kaldığımı veya sıkıntımın derecesini itiraf etmemek için “beğenmedim” demeyi tercih edenlerdenim genelde. Seyrettiğim ilk Christopher Nolan filmi olan Memento’da da ilk 15 dakikadan sonra kısa bir süre uyuya kalıp, gözlerimi yeniden açtığımda filmi algılayamadığımdan, “anlayamadım” dememek için yıllarca beğenmediğimi savundum. Nolan’ın bu seneki filmi İnception, yani vizyondaki ismi ile Başlangıç Filmi’ne ise okuduğum eleştirilerden sonra mutlaka gitmek istedim.

***

Inception -özellikle de yaz aylarında- gerek konusu, gerek sinematografisi açısından eleştirilerde karşılaştırıldığı Matrix filminin çok ötesinde bir film. Filmi seyretmeyenler için mahvetmemek açısından kısa bir özet geçmek gerekirse, Cobb karakterini oynayan Leonardo DiCaprio, biri tarafından görevlendirilerek bir gurup görevli insanla uykuya dalmasını sağlayan bir makineye bağlanarak, görevlendiren kişinin talimatıyla rüyanın içindeyken birinin kafasına fikir enjekte ederek, sırrını öğrenmeye çalışıyor. Ona yardımcı olan bir mimar ile rüyalarını hayal gücünün sınırlarını zorlayarak, yer çekimine karşı bir şekilde tasarlayabiliyor ve bir stimülasyonla veya rüyada öldüğü takdirde rüyadan çıkıp uyanıyor.

Filmin en can alıcı noktalarından biri kanımca Cobb’un karısıyla olan ilişkisinde düştüğü duygusal çelişkiler. Bilinçaltı düşüncelerinin yansımasıyla rüya oluşturmasının tehlikeleri filme yansıyor; çünkü bu aşamada gerçek hayat ve rüya birbirine karışabiliyor. Rüyadaki insanlar, gördüklerinin rüya olduklarını anlayabilmeleri için yanlarında bir totem taşıyorlar. Tıpkı gerçek hayatta kaybedilen bir hayalin peşinden gidildiği zaman gibi, uyarılara rağmen bilinçaltının istemiyle içinde uzun zaman kanılan bir rüya, kişiye Araf’a düşme tehlikesi geçirtebiliyor.

“Inception Filmi’ni beğendiğimiz için mi anladık, yoksa anladığımız için mi beğendik?” sorusuna gelince… Filmin dikkat gerektirecek ve herkesin beğeneceği tarzda bir film olmadığı kesin. Ben olağandışı konusunu ve özel efektlerini çok beğendim. Benim dikkatimi verebilmeme yetti. “Bütün filmi anladın mı?” derseniz… Yüzde doksanını anladığımı zannediyorum, fakat yine de bir gün dvd’sini seyredip, emin olmadığım noktalara göz atmakta fayda var…