Sapla saman

İlginç, adrenalini hiç eksik olmayan bir bölgede yaşıyoruz. Yakındoğu, sürprizlerle dolu… Hiçbir şey görüldüğü gibi değil!  Bu toplumsal hayattan siyasete, diplomasiye dek hep böyle…

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
17 Şubat 2010 Çarşamba

İlginç, adrenalini hiç eksik olmayan bir bölgede yaşıyoruz. Yakındoğu, sürprizlerle dolu… Hiçbir şey görüldüğü gibi değil!  Bu toplumsal hayattan siyasete, diplomasiye dek hep böyle…

Etrafımız, Yunanistan’ı ve bir nebze yeni yeni Avrupa Birliğine girmiş ancak buna rağmen demokratik gelenekleri henüz prematüre düzeyde olan Bulgaristan’ı bir yana bırakırsanız, otokratik ülkelerle çevrili…

Rusya Putin’in açtığı yolda hızla ilerleyip arka bahçesindeki Amerikan ve batı hevesini kırmada son derece önemli adımlar attı. Ukrayna’daki son seçimler, gerçek bağımsızlık için yola çıkan eski Sovyet Cumhuriyetlerini, batı yanlısı – Rusya yanlısı olarak ikiye böldü gibi. Bunu yalnız siyaseten değil toplumsal olarak da hissetmek olası. Daha önce Gürcistan’da yaşananlar, Moskova’nın bu uğurda çıtayı nereye dek çıkarabileceğini göstermesi açısından belirleyici…

Güneyde Irak’ın hali ortada. Çok yakın bir geçmişe dek Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda hassasiyeti ile bilinen Türkiye, bu konuyu bir zamandır dile getirmiyor. İstanbul bir yana, Anadolu kentleri Kuzey Irak’ın ticari getirisini keşfedeli, sanki sayfa çevrilmiş gibi… Esrarengiz bir el değmiş adeta…

Suriye ile de bahar havası yaşanıyor, Lübnan’la da… Ve neredeyse tüm Arap alemi ile. Özellikle, one minute çıkışından sonra her şey daha iyiye gidiyor… Gerçekten öyle midir? Yoksa öyle mi görünüyor, ya da öyle mi gösteriliyor… Örneğin Gazze Olayları esnasında ve sonrasında Mısır’la yaşanan itiş kakış, kaynana temizliğine mi kurban gitti, sormak gerek!

Birçok komşu ülke ile vize kalktı. Sözlü ve yazılı basın bunları allayıp pullayıp topluma başarı olarak gösterdi. Belki öyledir... Ancak geçen gün Almanya’ya gidebilmesi için eşime kalınca bir vize dosyası hazırladım… İstenen evraklar halen aynı… Batı cephesinde değişen bir şey yok anlayacağınız… Başarıda belirleyici olan gerinizden gelenle yaptığınız anlaşmalar değil, ulaşmaya çalıştığınız ile yaptığınız anlaşmalar olmalıdır, bana göre… Tabii onlara gerçekten ulaşmak istiyorsanız, ulaşmak ister gibi yapmıyorsanız…

Bir de İran var. Nükleer ilerleyişini azimle, dünya ile ve bu arada bizle de alay edercesine devam ettiren Tahran, kimseye güven vermiyor. Hatta Rusya bile geçen günlerde, İran’a yaptırımların başlamasına hayır demeyebileceğini açıkladı… Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu haklı olarak diplomasi kartının ısrarla oynanmasından yana… Bölgede yeniden savaş rüzgârlarının esmesi başta Türkiye’yi rahatsız eder. Ancak olaylara romantik olarak yaklaşmamak gerek.

Otokratik kimliği ile nükleer güce sahip bir İran bölgeye denge getirmez… Reklam’ın dediği gibi kontrol edilemeyen güç, güç değildir!  İran’ın olası bir nükleer silah geliştirmesi ve bunu kullanma aşamasına gelme sürecini kimler kontrol edecek?  Birleşmiş Milletler mi? Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu mu? Kendi Meclisi mi? Basını mı? Halkı mı? Sokaklarda dövülen muhalefeti mi?

Otuz seneyi aşkın süredir kendini dünyadan soyutlamış şekilde yaşayan İran’ın kaybedecek bir şeyi yok gibi görülüyor. Bu durumda Tahran yönetimi nereye kadar diplomatik müzakerelerde bulunulacak bir partner olabilir? Şu ana dek yürütülen görüşmeler çok iç açıcı sonuçlar doğurmadı. Umalım ki ileride bu nükleer baskı ortadan kalkar.

Ve elbette her daim hedef tahtası olan İsrail, odak noktası. Gerçek bir demokrasi olduğu, siyasetçilerinin sandık başında, hatta sandığa gitmeden dahi hesap verdiği, çünkü hesap soranların olduğu bir ülke. Hataları elbette ki var… Ancak komşularından daha fazla hatalı olmadığını teslim etmek gerekmez mi?  Ne var ki Türk – İsrail ilişkileri, popülist bir yaklaşıma kurban oluyor. Son son Katar’da Başbakan yine İsrail’e yüklendi. Gerçi Birleşmiş Milletlere de, Arap başkentlerine de dokundurdu… Ancak İsrail aslan payını aldı. Başbakan, keşke biraz da daimi itiş kakış içindeki El Fetih ile Hamas’ı da repertuarına alsa… Son tahlilde, eğer bir Filistin Devleti oluşacaksa – ki Türkiye oluşmasını destekliyor – bu devleti bu kadrolar yönetmeyecek mi?