Mucizenin başka adı: Futbol

Selim ÇİPRUT Köşe Yazısı
20 Ocak 2010 Çarşamba

“Ne, gene mi maç? 22 kişinin bir top peşinden koşturmasından ne zevk alıyorsanız artık?’’ Biz futbolseverlerin eşlerinden, dostlarından duyduğu klasik sorulardır bunlar. Biz sorunun cevabını aslında gayet iyi biliriz ama cevap vermektense, ıslık çalıp oradan uzaklaşırız. Çünkü futbol, yaşamımızda önemli yer teşkil eden bir büyüdür. Ona laf söyletmeyiz, söylettirmeyiz. Nedir bizi bu kadar büyüleyen peki? Hiç düşündünüz mü?

Genelde her erkek, gözünü 9-10 yaşlarında futbola dikmeye başlar. Ana kural 1: Herkes öncelikle babasının takımını tutar. Ardından futbolu keşfetmeye başladığında, irade özgürlüğü ile o çocuk kendi takımını seçebilir ya da tuttuğu takım ile yola devam edebilir. Ülkemizde bu konular ciddi boyutlarda. Derbi maçlarında hayat durur, Avrupa Kupası maçlarında ülkedeki bütün sorunlar unutulur, hele hele Haziran ayı geldi mi, şampiyonun adı kondu mu, bir hafta boyunca her şey tozpembedir. O zaman şunu sorabilir miyiz: “Futbol gerçekten insanları kısa süreli de olsa dertlerinden uzaklaştıracak bir ağrı kesici midir?” Bence bunu tartışmak lazım.

Kendimi bildim bileli futbolun içinde büyüdüm. Bire bir hem taraftar, hem de futbolcu olarak içinde yaşadım bu büyülü dünyanın. Ve birçok mucize olaya şahitlik yaptığım gibi, büyük hayal kırıklığı yaşadığım anlar da oldu. Dolayısıyla bu iki zıt duyguyu değişik zamanlarda insana yaşatan bir spor dalı olması bile, bu sporun ne kadar büyülü olduğunu gözler önüne seriyor. Bu mucize ile ilk 1988 yılında tanıştım. Liseler arası futbol şampiyonasında final maçındaki rakibimiz ile başa baş mücadele ediyorduk. Maç golsüz devam ediyordu. Ve son dakikalara girilirken rakibimiz bir penaltı kazandı. Çok üzülmüştüm, neredeyse sinirimden ağlayacaktım. O sırada kalecimiz yanıma geldi: “Çiprut, kurtaracağım. Hazır ol!” dedi. Penaltı atışını gerçekten kurtardı, topu hemen oyuna soktu ve ani atakla yaptığımız hücumda golü bulduk ve şampiyon olduk. Bu oyunun en güzel yanı bu işte, saniyeler içinde bile maçın kaderi bir anda değişebiliyor. Ama 97’de bu sefer bunun tersini yaşadım. O zamanlar amatör ligde oynuyordum. İlk oynamaya başladığım sene 2. amatör ligden 1. amatöre çıkmıştık. O sene de rüzgâr gibi esiyorduk. Ve sıra son maçımıza gelmişti, rakibimiz Karagümrük’tü. Bu maçta alacağımız bir puan bizi 3.lige taşıyacaktı. İnanılmaz bir yağmur vardı. Orta sahanın ortasında oynuyordum ve atakları yönlendiriyordum. Ama o maçta hocam bana özellikle geldi ve bu maçta karşı takımın 10 numarasını baştan sona tutmamı istedi. Maçın ilk düdüğünden itibaren ona yapıştım, bırakmadım. Hatta nefes bile almadı ama dakikalar 87 civarını gösterdiğinde artık ayakta duracak halim kalmamıştı, yediğim tekmelerden dolayı da baldırımda çekme vardı. Hocama işaret ettim beni değiştirmesi için. Oyundan çıktım, yerime giren oyuncu tekrar 10 numaranın yanına gitti; bıraktığım işe devam edecekti. Ama olmadı, yaptığı bir ıska ile 10 numaralı oyuncu golü attığında maçın 89.dakikasıydı. Resmen dünyam yıkılmıştı, ardından iki dakika da iki gol daha yedik ve maçı 3-0 kaybettik. Karagümrük gruptan çıkmış bizim ise bütün hayallerimiz son bulmuştu. O gün hayatımda çok önemli bir yer tutan futbol ile ilk dargınlığımdı, iki sene aramız pek iyi değildi. Ta ki, Ali Sami Yen’de oynanan Galatasaray-AC Milan maçına kadar. Bir gece öncesi TV’de ünlü illüzyonist Uri Geller tribünde binlerce kişinin elektriği ile sahada ki oyuncuları yönlendirebileceğinden bahsediyordu. GS’nin maçı kesin kazanması lazımdı. Son dakikalara 2-1 mağlup girmiştik. Yanımdaki arkadaşlarım stadı terk etmek istiyorlardı ama ben son dakikaya kadar maç izlemeyi alışkanlık etmiş biriydim. Son anlarda Hakan Şükür’ün attığı gol ve mucizevî bir şekilde Ümit Davala’nın attığı penaltı golü ile maçı 3-2 kazandık; bu galibiyet bizi UEFA Şampiyonluğu’na götürmüştü. İşte o gün futbol ile tekrar barıştığım gündü. “Futbol 90 dakika” diyenlerden değilim, “Futbol saniyeden ibarettir” diyen biriyim. Sizce de bunların adı mucize değil mi?

Futbolu bir şeye benzetemeyen kişilere tek bir cevap veriyorum. Matematik dünyamızda vazgeçilmez bir şey değil midir? O zaman futbol matematiğe benzer: Düşman TOPLAMA, İyi oyuncunu ÇIKARMA, Rakibe ÇARPMA, Oyunu BÖLME… Dört işlem ile futbol ancak bu kadar güzel anlatılmaz mıydı?