2010 yılına girdik… İnanılır gibi değil ama yeni yüzyılın ilk on’luğunu bozduk, harcadık bile. Bir durum muhasebesi için geriye baktığımızda, gördüklerimizin bizi nasıl etkilediği ve geleceğe bakarken nasıl bir duygu içinde olduğumuz ise, düşünülmesi gereken bir konu!
20. yüzyıl tarihe büyük liderler, büyük savaşlar, fikir akımları devri olarak geçti… İnsanlığı derinden sarsan savaşlar, bir yanda yıkım getirirken, ironik olarak, bilimin gelişmesine de önayak oldu. Komünizm, faşizm gibi siyasi içerikli sosyal yapılanmalar toplumları düşman kamplara böldü. İnsanlar, bu fikirler için savaştılar, öldürdüler ve öldüler. Ulusalcı dürtüler ekseninde var oluş mücadelelerine tanık olundu… Son demlerde ise, Berlin Duvarı’nın yıkılmasına koşut, ‘Eski Dünya’nın yeniden yapılandığına tanık olundu… Yine ironik olarak, birçok Varşova Paktı üyesi ülke, NATO’ya girdi…
21. yüzyıl ise, daha kontak açtığında terör ile özdeşleşti. Dini motifli siyasi, sosyal hareketler hemen tüm zeminlerde taraftar toplamaya başladı. İşin kötüsü, insanı doğruya yönelten din teröre alet edilirken, terör dünyanın hemen her yerinde bir mücadele şekli olarak yerini iyiden iyiye pekiştirmeye, bu anlamda, gelişen ulusal paranoyalar da yaşamı ipotek altına almaya başladı. Her şey hızla küreselleşti… Terör de, ekonomik kriz de, hatta domuz gribi de…
21. yüzyılın ilk onluğunda, fast food kültürü iyiden iyiye toplumun dokusuna işledi. Gençler bir yanda hızla depolitize olurken, kendilerini dünyanın ortasına koyma konusunda büyük adımlar attılar. “Ben, şimdi, hemen” bir yaşam şekli olarak alıp başını gitti. Ceplere dek ulaşan bilgi, ne yazık ki, onu analiz edemeyenlerin elinde esir muamelesi görüyor. Fast food kültürü ile baş gösteren temelsiz eğitim ve bilgi kirliliği, birey ve toplumların gelecekte bir arada uyum içinde yaşamalarını tehlikeye atar hale geldi. Bu da savaşılması gereken bir terör olarak kayda alınmalı diye düşünüyorum!
Bu çerçevede bazen kasıtsız ancak genelde kasıtlı olarak çıkartılan komplo tezlerini karşılamada, toplumsal duvarlar arasına sıkışmış birey, çaresiz kalıyor. Kontrol edilemeyen iletişim, karşı koyulması giderek zorlaşan bir silah gibi insan haklarını ve buna bağlı olarak toplumsal sağlığı tehdit ediyor…
Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olur…
2010 yılına girdik! Terör yine başrolde… Bir yolcu uçağına havadayken sabote etme girişimi, bunun sonucu batı ile İslam ülkelerinin arasındaki gerilimin artması, ABD ve İngiltere’nin Sana / Yemen’deki diplomatik faaliyetlerini süresiz askıya alması…
Pakistan’da bir voleybol maçının intihar bombacısı tarafından zoraki şekilde tatil edilmesi…
2009 – 2010 ulaması işte böyle bir görüntüde gerçekleşiyor.
Fail kendini İslam ile tanımlayınca, doğal olarak İslamofobia da özellikle batı dünyasında alıp başını gidiyor. Din merkezli ayırımcılık, acımasız olarak kitlelerin üzerine çöküyor. Şüphesiz bu içine batmaya başladığımız yüzyılın hastalığı…
Gelelim baştaki soruya: Yeni bir onluğun başında geleceğe bakarken ne gibi duygular içimizi kaplıyor? Cevabı size kalsın! Ancak karartmamak gerek: “Bir problemi çözebildiğiniz zaman hayatın çok kolay olduğunu sanmayın; çözemediğinizde de çok zor olduğunu düşünmeyin…”