Büyükada’da zaman tüneli

Nilgün CERRAHOĞLU Köşe Yazısı
16 Eylül 2009 Çarşamba

Çocukluğumdan bu yana aklımda yer eden ve hiç değişmeyen bir “Büyükada kartpostalı” var:

Heybeli tepeleri ardında batan güneş…

Kulübün bahçesi ya da terasından bakışlarımı Heybeli yönünde ufka çevirdiğimde, bazen “zaman” duygusunu yitirebiliyorum…

Yıllar, yıllar önce defalarca yaşadığım gün batımlarının anısını, ışık hızıyla geçmişe yapılan sersemletici bir yolculuk gibi, her seferinde sil baştan yaşayabiliyorum...

İlk gençlik yıllarım ve çocukluğumun atmosferinden, belleğimde sabitleyebildiğim tek “Büyükada karesi” bu… 

Bu “tek kare” bile, öyle benzersiz ve öylesine efsunlu ki, adaya her yıl dönmem için hâlâ başlı başına yeterli bir neden olabiliyor. 

 Marmara’nın sularında süzülerek iskeleye yanaşan, vapurlarımız bile oysa ki artık değişiyor.

Arkalarında gerçi hâlâ martı sürüleri uçuşuyor…  

Ama yeni vapurların iri, modern, süper panoramik pencereleriyle göz alan gösterişli gövdeleri, eski şehir hatları vapurlarının alışageldiğimiz klasik, ince, zarif simetrisi yanında bana neylersiniz ki, kaba, cüsseli ve hantal görünüyor.

Gözlerimi karşıya, Asya yakasına yönelttiğimde, çirkin, biçimsiz gökdelenlerle her geçen yıl kontrolsüz biçimde betonlaşan ve adayla arasındaki mesafeyi tehdit edici biçimde kapatarak, gitgide yakınlaşan bir “megapol silueti” ile karşılaşıyor; önümde yükselen aşılmaz “duvar” klostrofobisine kapılıyorum.  

Ve her yaz sonu olduğu gibi, bu yaz sezonunu da kapatırken, “Adanın daha kaç yılı kaldı?” diye esef etmekten kendimi alıkoyamıyorum: “Heybeli sırtlarının günbatımları, daha kaç yıl ‘ada’mın/‘ada’mızın/‘ada’nın sihrini koruyacak?”

 

“MİKROKOZMOS” COĞRAFYALARIN ADASI… 

Her “ada”, aslında bir “mikro- kozmos”dur… 

Her “mikrokozmos” da, bir anılar ve duygular coğrafyasından oluşur.

Benim “mikrokozmos”um, çocukluğumdan beri ayrıcalıklı bir “oyun” ve “kaçış alanı” olarak bellediğim, ruhumun dinlendiği, gönlümün okşandığı “Büyükada” olageldi…

Büyük Turu, Ayayorgi’si, zakkumları, palmiyeleri, manolyaları, yemyeşil çamları; egzoz kokularının daha henüz zehirleyemediği oksijen dopingli havası, sessizliği, dinginliği ve öteden beri bende doğu ile batının, kuzeyle güneyin kesiştiği benzersiz bir sınır coğrafyasında yaşadığım duygusunu pekiştiren, o berrak, duru ışığı ile “mikrokozmos”umu belirledi…

“Büyükada”yı kaybetmekten bahsederken, az buz değil… çok değerli bir şeyimi, “mikrokozmos”umu yitirmekten söz ediyorum...

Her mevsim başı bu yüzden, “acaba hangi popüler dizi mekânı reklamıyla adaya bu yaz çıkarma yapan yeni bir kitle turizmi tsunamisi yaşayacağız?” korkusunu taşıyorum…

Her yaz sonu da adadan ayrılırken, “kaç yeni süpermarket zinciri, kaç yeni kebapçı, kaç yeni lahmacuncu açılmış? Kaç yeni motorlu araç, elektrikli fayton alınmış?”ın;  noter gibi nerdeyse sayım dökümünü yapıyorum…

Yüreğim burkularak her geçen yıl, “mikrokozmos” bellediğim o “mutluluk adası”nın hızla benden uzaklaşıp, başkalaşmasına tanık oluyorum.  

        

ZENGİN GEÇMİŞİN KARŞILIĞI “SAHİPLENME” OLMALI

Benden çok daha adalı olan, adanın yerlileri de, bu duyguları birebir benimle paylaşmasa, adını “yaşlanmak” koyacağım…

Ama bunca güzellik, bunca kültür, bunca tarihe gösterilen, bu kayıtsız koyvermişliğe isyan etmenin adı “yaşlanmak” olamaz…

Sonuçta yalnız benim “mikrokozmos”um değil Büyükada.

Burası aynı zamanda enikonu bir insanlık mirası…

Bizans prensleri, Haçlı akınları, Osmanlı’nın, Cumhuriyet döneminin ileri gelen seçkinleri, bestekârlar, edebiyat-yazın dünyasının isimleri, Papa Roncalli, Atatürk, Troçki, İngiltere Kralı VIII. Edward gibi dünya tarihinde iz bırakan ünlü şahsiyetlerin gelip geçtiği bir yerden bahsediyoruz. 

Beş buçuk kilometre karelik mendil gibi bir alana sıkışan böylesine zengin bir geçmişin karşılığı, daha özenli, daha şefkatli, daha uygar bir bakım ve daha güçlü bir sahiplenme olmalı.

 

Nilgün CERRAHOĞLU

Üsküdar Amerikan Kız Lisesi ve ODTÜ Ekonomi Bölümü mezunu olan Nilgün Cerrahoğlu, Johns Hopkins Üniversitesi’nde, lisansüstü “uluslararası ilişkiler” öğrenimi gördü ve ekonomi masteri yaptı. Gazetecilik kariyerine 1982 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde başlayan Cerrahoğlu, beş yıl Madrid’de, sekiz yıl da Roma’da dış muhabirlik yaptı. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca bilen Cerrahoğlu´nun 1987 yılında yayınlanan İspanya yazılarını topladığı ‘Bir Kanlı Gül’ kitabı ile ‘Annem Batıya Gidin Dedi’ adlı yayınlanmış kitapları bulunuyor. Cerrahoğlu, halen Cumhuriyet Gazetesi’nde yazılarına devam ediyor.