İzmirli olmak…

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
9 Eylül 2009 Çarşamba

Ben Alaçatı’ya aşığım…

Altınkum’un soğuk denizine, taş evleri andıran küçük sevimli butik otellerine, benim gibi İstanbul’da kahvaltı görmek istemeyen bir insana potansiyelinin on misli kahvaltı ettirebilen Alaçatı/köy/serpme adlı leziz Ege kahvaltılarına, Alaçatı’nın domateslerine, sızma zeytinyağlarına, ay taşı ve oyma küpelerle dolu incik boncukcusuna ve Rum kültürünün etkilerini hâlâ hissedebildiğim, bana seyahatteymiş hissi veren Alaçatı çarşısına…

Ama bu İzmirliler bazen beni delirtiyor!

***

Arkadaşlarım bilir; bir masada on kişi yemek ısmarlarsa çoğu zaman dokuzununki doğru, benimki yanlış, eksik veya geç gelir.  Çekiyorum… Çekim Yasası kitapları bana bunu gösteriyor. Artık eskisinden daha sabırlıyım, sinirlenmemeye veya arkadaşlarla keyifli bir yemeğe gitmeden az da olsa atıştırmaya çalışıyorum. Fakat bir lokantada tek bir cümleye tahammülüm yok “kalmadı”.

Geçtiğimiz Cumartesi akşamı Alaçatı’nın en ünlü lokantalarından birinde başlangıç ısmarlarken garson siparişimi alıyor.  Yarım saat sonra geri geliyor “Kalmadı”.  İzmirlilerdeki rahatlığa hayranım; kalmadı, gelir…  Yirmili yaşların başlarında Ilıca’da kaldığım bir otel aklıma geliyor. “Musluk bozuk, su gelmiyor” dediğimde aldığım cevap ise “gelir”.  O günden sonra parama kıyıp, daha düzgün butik otellerde kalmaya çalışıyorum.  Orada da maceralar bitmiyor.

***

Bu sene bir arkadaşımın tavsiyesiyle Alaçatı’da beş odalı çok şeker insanların çalıştığı bir butik otele gidiyorum.  Karşılayanlar çok kibar, oda da güzel.  İzmir standartlarına göre işler çok yolunda gidiyor.  Birden görevli yatağın üstündeki toprak tonlarındaki yatak örtüsünü kaldırıp götürüyor.  Arkadaşımla birbirimize bakıp “ Örtü niye gidiyor? “ diyoruz. “Müşteriler gördükten sonra kaldırıyoruz” diyor.  Anlayamıyorum, peki diyorum.  Bir an evvel kendimi Fun Beach’de bulmak istiyorum.

İzmirlilerin rahatlığı, vurdumduymaz kayıtsız tavırları belki bir İstanbullu için çok fazla. Belki de bu yüzden daha neşeli, özgüvenli ve daha mutlu bir gençlik yetişiyor İstanbul’a nazaran.  Bazen sinirleniyorum ama bazen gıpta ediyorum rahatlıklarına.  Trafikte durdurulan İzmirli bir bayan arkadaşım trafik polisine kızıp “Sizin egonuz konuşuyor” diyor, bir İstanbullu olarak bunu hayal bile edemiyorum, dudaklarımdan dökülme cesareti ise ihtimal dışı zaten.  İzmirli kadınların cesaretine hayranım, İzmirli trafik polisi ise İstanbullu gibi hiddetlenip kızı yaka paça emniyete götürmüyor, o da rahat İstanbullulara göre.  Yine de bir günlüğüne ehliyetine el koyuyor.

***

“Kalmadı” konusundaki bombayı ise Kordon’daki Dunkin Donuts patlatıyor.  Dunkin Donuts aşikâr olacağınız gibi uluslar arası bir Donut zinciri.  Yani satması gereken: Donut.  Pazar günü İzmir’e gidiyorum ve tam canım tatlı çekerken Dunkin Donuts’a giriyorum.  İçeri bakıyorum, donut göremiyorum.  İçerde İstanbul’un eski pastanelerinde olan garip vişneli pastalar, acayip görümlü tatlılar ve bir kahve makinesi var. Yine anlayamıyorum, soruyorum. “Donutlar nerede?” diyorum.  “Pazar günleri donut gelmiyor” diyor.  Kordon’daki Dunkin Donuts’da Pazar günleri donut yok!  BBC’nin No comment fragmanları aklıma geliyor, daha bir yorum yapamıyorum.

***

Geç gelen kahvaltılara, “kalmadı”lara, “Gelir”, “Akar”, “Olur” lara rağmen ben Çeşme’yi ve İzmirlileri çok seviyorum.  İstanbul’dan bu yazıyı yazarken aklım Solto Beach’de, Fun Beach’de, Ramo’da, Babylon’da, Yaya’da, Tuval’de, Köşe Cafe’de, Beatrice’de, Rüzgaraltı’ndaki serpme kahvaltıda, Alaçatı’nın domateslerinde, doğal taşlı oymalı bileziklerde, İmran’daki sakız tatlısında, Okan’s Beach’in dondurucu denizinde… ve bütün garipliklerine rağmen beş odalı Alaçatı otelinde…

Gelecek yaz Alaçatı’da buluşmak üzere…