‘Kal’ geldi

Köşe Yazısı
9 Eylül 2009 Çarşamba

Vladi BENBANASTE


Selihot’tan hemen önceki cuma günüydü, oğlumla yoğun bir cuma gününü geride bırakmış, adaya gitmek üzere deniz otobüsüne kapağı atmıştık. Karnım aç, hava sıcak, yorgunum… Tam eve gidip, şort/ tişört giyip göbek kaşıma moodundayım. Bunun hayali ile deniz otobüsünde uyuklarken oğlum tüm şirin ve cin bakışlarıyla “gidiyor muyuz oğlum?” (şaşırmayın oğlum konuşmanın akışında bana ara sıra “oğlum” der) diye sordu. Uyku ile uyanıklık arasında bir yerdeyken, yaw bu oğlan bana bir şeyler konuştu da benim mi içim geçti de hiç bir şey duymadım mı acaba? “hayırdır nereye” diye sordum; uykudan uyanmış bir göz açıklığı mesafesi ve surat ifadesi ile “bugün cuma kal gidelim bak bütün yaz bir kere bile gelmedin” dedi. Açık ve net…Karşımda iki adet yeşilimsi göz, benim göz bebeklerime kilitlenmiş, yüzünde hafif bir gülümseme ile tam bir “ben bu adamı bu konuda ikna ederim emin ifadesi ile bana bakıyor…  Oğlumun bu isteği karşısında her ne kadar zihnimden “kuş uçtu, kelebek kondu” falan filan bahane uydurmayı 3G hızı ile düşündüysem de, gülümseyerek “gidelim oğlum kaçta?” diye sordum.  Anladım ki, eve gidip express bir duş ve derhal giyinmeye yetecek kadar zamanımız var. Gerçekten de oldukça uzun zaman olmuştu kal’a gitmeyeli. Ailemizde dini konularda light ve hatta ekstra light olduğumu bilirler, ama bu defa başka “ emir yüksek yerden”. Neyse eve geldik, giyindik tam çıkıyorduk kızım aradı “ baba bana da söz ver haftaya da benle geleceksin.” Zannedersin evliya oldum, kal’da yanıma oturanın istediği oluyor…

    Kal yolundayız, ben, oğlumun bir arkadaşı, oğlum “hep birlikte içeriye girdik… Daha doğrusu giremedik… İçerisi hınca hınç dolu… Değil oturacak ayakta duracak yer kalmamış. Derbi maçı öncesi gibi… Çoluk-çocuk, kadın-erkek, yaşlı-genç herkesler orda… Ben sık gelmeyen “müşteri” olduğum için içeridekilerin dikkatini çekiyorum, Öyle ya her daim gidenlerin yanında yabancıyım.  Aaaa!!! Bu da gelmiş durumları var… Üzerimdeki gözlere hafif bir gülümseme ve baş sallama metodu ile bir selam veriyorum, sevgili Hahambaşımızın her zaman gülen gözlerine saygıyla karşılık veriyorum, o yersizlikte , bir yer bulup beni oturtuyorlar. Sağa bak , sola bak… Kimler gelmiş, dekor değişmemiş , klima sayısı artmış , ortam bu kalabalığı kaldıracak serinlikte, ışıklandırma yeterli , tam oturmuştum , malum demiştim ya cumanın yorgunluğu, iskemlede yayılmak üzereyim , sessiz bir işaretle herkes ayağa , tabiî ki ben de … Ayakta; demin göremediğim yeni simalar ile selamlaşma… Mavi kitaplar ( veya kahverengi kitaplar ) 167 sayfa anonsu… Hoş, 167 sayfa ile 176 sayfanın benim için farkı yok. Hiç birini anlamıyorum. Cahillik bende.

Dualar ilerliyor, yeni makamlar, yeni melodiler katmışlar aralara, yıllar öncesinden bir anım geldi hafızama: yine Burgazada’dayız, 13 – 14 yaşlarındayım, kulüpten eve dönüyorum, malum “ babamız “ gelecek hep beraber yemek yiyeceğiz. Kal’ın şimdiki olduğu sokaktan geçerken , sima olarak az çok tanıdığım biri yanıma geliyor “Yahudi sin ?” Yarım yamalak “evet” diyorum… Ne istiyor anlamadım ki? Devam ediyor “Bar mitzva yaptın? “Yaptım” diyorum ürkekçe , noolucak ki acaba ? “Eyi yel o zaman.” Kendimi yaka paça içeride buluyorum… Sonradan anlıyorum “minyan” toplanamamış, adam arıyorlar… O günden sonra oldukça uzun bir zaman kal’ın sokağından geçmedim… Aradan gecen uzuuuun yıllar belli ki çok şeyleri değiştirmiş. Minyansızlık’tan yersizliğe… Çok hoş bir görüntü var içeride, gençler, çocuklar, gelecek nesillerin temelleri “ bebekler”, tazecik barmitzva yapmışlar, yapacaklar. Genelde dualara katılım yüksek , herkes benim gibi değil yani…Ben, katılımı arttırmak için girişte verdikleri kağıttan şarkı formatındaki duaları takip etmeye çalışıyorum. Gözümü kağıttan bir ayırdım mı, bir daha yerini bulabilene aşkolsun… Hele o şarkılarda, nefeslerinin yettiğince gür bir şekilde söylüyor ve bunu yaparken de eğleniyorlar. Bu değişimi sağlayanların ellerine sağlık… 

En sonunda geleneksel olarak Hahambaşımız, “Şabat gününün önemi, özelliği” konularını barındıran geleneksel konuşmasını yaptı. O da ayrı bir hoşuma gitti. Şabat: 7. gün, kutsal gün... Bu konu üzerinde, her zamanki gibi, herkesin anlayacağı basitlik ve sadelikte, kendini doğal olarak dinletecek güncellikte bir konuşma yaptı. Ben en çok konuşmasının sonuna doğru verdiği bir örneği beğendim, hatta genelde bulunan herkesin gülümsemesine yol açtı… (anlatımım esnasında kullandığım kelime seçimleri veya nümerik değerler yanlıştır ben örnek olarak durumu anlatabilmek için kullanıyorum) Şabat’ın, 7. günün öneminden bahsederken , “Şabat akşamları ne yaparız, hep beraber otururuz, neşe içerisinde “yemek” yeriz. Yemek İbranice nasıl denir? “Ohel” Bunun ilk harfi nedir?… Bunun kelime değeri nedir 5 ikinci harf nedir…. Değeri? 7 sonra 3 harf…. Değeri 3.. Topla ne eder: 15 böl ikiye, ne eder = 7,5 at bucuğu ne kalır = 7….  Şabat’ın gelişini ne ile kutlarız ? Şarapla… Peki, şarap İbranice nasıl denir “yayin”  harfin değeri … İkinci. Üçüncü… Topla ne eder 70 at sıfırı ne kalır: 7 ….

Daha sonra Selihot için bir duyuru yapıldı. Bu da kendine münhasır ve güncel bir duyuruydu.

“Cumartesiyi pazara bağlayan gece sabaha karşı 4’te yapılacak dua için özellikle gençlere bir öneride bulunuldu; bence “tam yerini bulan “bir çağrıydı bu… “Zaten çoğunuz o saatte uyanıksınız kulüpten eve giderken buraya bir uğrayın, birlikte duamızı yapalım, bitiminde de poğaçanızı alır eve gidersiniz… Tam isabet bir davet değil mi?

Nice nice Şabatlara…