Hag ve Nakba*

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
28 Nisan 2010 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta İsrail Devleti’nin kuruluşunun 62.  yıldönümü kutlandı. İsrail belki Herzl’in rüyalarını süsleyen örnek bir ülke olamadı bu zaman zarfında. Özellikle de komşuları ile iyi ilişkiler sürdürmede ciddi sıkıntıları, yaşamsal kaygıları olan bir konuma sürüklendi. Ancak kültürel, sosyal, zirai, teknolojik – ve bu listeyi istediğiniz yere kadar uzatabilirsiniz – alanda insanlığın önünü açan bir İsrail’in varlığını inkâr etmek haksızlık olur gibi geliyor.

Bir de aynı tarihi, Nakba – felaket – olarak ilan eden Filistinli Araplar var. Yahudi devletinin kurulmasından hemen sonra başlayan ve aylarca devam eden savaşların hemen öncesinde, yeniden geri dönmek umudu ile biraz Arap başkentlerinin telkini, biraz da Yahudi askeri gücünün korkusu ile evlerini, yurtlarını terk eden insanlar bunlar…

Birileri sevinip özgürlüğü sonuna dek kutlarken, diğerlerinin kendi ülkelerinde mülteci olarak yaşamaları haksızlık, kuşkusuz. Ancak, Filistin ve buradaki İsrail – Arap çatışmasını irdelerken, tarihin kıvrımlarında tanık olunan olayları incelerken, buna şaşırmamak gerektiği noktasına geliniyor, ister istemez.

İngilizler tarafından ilan edilen ‘Arap sorunu’ ile önce Ruslar, daha sonra da Almanlar tarafından yürürlüğe sokulan ‘Yahudi sorunu’, işte bu topraklarda kesişmiş. Osmanlı’nın 1917 Kasımında fiilen Kudüs Sancağını terk etmesi ile başlayan süreçte, bu iki toplum devamlı bir çekişme içinde bulmuş kendilerini. Ben-Gurion’un dediği gibi, Yahudiler bu toprakların vatanları olmasını istemişler, Araplar da buraları onlara terk etmemek için direnmişler.

Ancak hak etmek için kan ve ter dökülmesi gerektiğini kavrayan, eş deyişle savaşmanın ve çalışmanın başarıya giden yolda önemli bir etken olduğunu anlayan Yahudiler ile feodal sistem içinde, bir türlü kendilerini ileri götürecek liderlere çıkartmayı başaramayan Arapların baş etmesi çok da kolay değildi. Onların Herzl’i, Moses Hess’i, Leo Pisnker’i yoktu. Ben Yehuda’sı, Bialik’i de yoktu… Kendilerine finansal kaynak sağlayacak Rotschield’lerden de yoksundular...  Dolayısı ile 1948 yılının 14 Mayısına gelinceye dek, Filistin toprakları olarak adlandırılacak bu bölgede tanık olunan hep aynı şey olacaktı: Yahudi inşası ve Arap isyanı…

1915’ten itibaren Arap toplumunun lideri olarak lanse edilen, kendisine yeni halife olma sözü verilen Hicaz Emiri Hüseyin ve oğulları Prens Faysal ve Prens Abdullah (ki bugünkü Ürdün Kralı II. Abdullah’ın büyükbabasıdır) ile İngilizlerin Mısır Genel Valisi Henry MacMahon arasındaki görüşmeler ve yazışmalar, Arapların Osmanlı idaresine karşı nasıl kışkırtıldıklarını ve ne gibi beklentilere sokulduklarını göstermesi açısından ilgi çekicidir.

Keza 1917 Kasımında yayınlanan Balfur Deklarasyonu’nun Yahudi halkını benzer beklentiler içine sokmadığını söylemek de çok doğru olmaz.

Ancak, Yahudiler Balfur’u bir başlangıç olarak görürken, Araplar MacMahon mektubunu bir sonuç olarak algılamışlar, kendileri için öngörülen ülkenin, altın tepsi içinde sunulacağı rüyasına kapılmışlardı. Uzun yıllar, hatta El-Fetih ile Hamas’ı düşünecek olursak bugün dahi, kendilerini başarıya götürecek bir motif etrafında toplanamamışlardır. Rüzgârın esişine göre bir oraya bir buraya savrulmuşlardır.

Bu tespitler ne denli doğru olursa olsun elbette ki günümüz gerçeklerini değiştirmiyor. Bir yanda kendilerini güvende hissetmeyen İsrailliler ve öte yanda kendilerini hep aldatılmış, aşağılanmış hisseden Filistinli Araplar… Bu iki halk nasıl bir duruma getirilmişler ki, nasıl hep karşı karşıya bırakılmışlar ki, bugün ortaya çıkan sorunlar, meşhur yumurta – tavuk hikâyesini aratmıyor.

Son tahlilde, zaman zaman liderleri tarafından mazlum halk rolü biçilen Filistinli Araplar ile dünyanın görmek istediği şekli ile saldırgan İsrailliler – ya da Yahudiler demek daha modaya uygun olur – belki baş başa bırakılsalar, sorunlarını daha rahat çözebilirler. Çünkü bu zamana dek, rasyonel bir çözüme gidecek onlarca fırsat, basit siyasi manevralar uğruna cömertçe heba edilmiştir. Çünkü neticede sorun bir toprak sorunudur ve bunu değişik noktalara çekmenin kimseye ve özellikle de bölgede yaşayanlara hiç faydası olmayacaktır.

* Bayram ve Felaket