İlkokul birinci sınıfta okuma bayramı vesilesiyle sahneye çıkağımızı öğrendiğimde, daha yedi yaşını bile doldurmadan en büyük korkularımdan biriyle yüzleştim; sahne korkusu... Okuma bayramı haricinde hiçbir zaman bir tiyatro sahnesinde bulunmam gerekmese de, topluluk önünde konuşma problemleri sinsice eğitim hayatımda beni izledi. Özellikle de üniversite yıllarımda; Amerikalı profesörlerin eğitici buldukları, beni panik atak geçirmekten kıl payı kurtaran bir olay ‘presentation’ yani sunumlar, zaman zaman kalbimi sıkıştırsa da, alnımın akıyla mezun oldum.
***
Sunumlar… Pazarlama dersindeki sunumlar, sosyoloji dersindeki sunumlar, İtalyanca dersindeki sunumlar… Hepsi kalbimi sıkıştırsa da, tanıdığım bir sınıf, tanıdığım bir profesörün önünde yapıldığı için zamanla alıştım ve son senelerde eski sıkıntıyı yaşatmadı bana. Fakat bu yaşımda, hayatta cesaret edemeyeceğim bir şey var; bir tiyatro sahnesine çıkmak. Kalbim durabilir. Bu yüzden en yakın arkadaşlarımdan birinin İstanbul Spontanite Tiyatrosu’nda yer alacağını öğrendiğimde onu çok takdir ettim.
***
Daha önce birkaç kez interaktif tiyatrolarda bulundum. Bazılarında eğlendim, bazılarını çok garipsedim, fakat genel olarak hoşuma gitmeyen bir tiyatro formatıydı bu. Bu seferki spontanite tiyatrosu tecrübem çok eğitici, ilginç ve düşündürücü oldu. Psikolojik Danışman Deniz Altınay’ın yönetimindeki İstanbul Spontanite Tiyatrosu çoğu gerçek hayatlarında psikolog olan altı amatör oyuncudan ve bir müzisyenden oluşuyor. Burada amaç, bu tarzdaki çoğu tiyatrodaki gibi güldürmekten ziyade, bir protagonistin başından geçen bir öyküyü sahnede oynamak, yani bir başkasının duygularını sahnede canlandırmak…
***
Bir başkasının duygusu nasıl oynanabilir? Bu işin zor kısmı olarak gözüküyor. Sahnede dönüşümlü bir şekilde yer alan beş oyuncu, ilk defa duydukları bir öyküyü özümseyip, duyguları canlandırıyor. Nadiren duygular aynı olmasa da, birçok kere de tutuyor.
Beni oyuncular kadar etkileyen bir başka unsur ise, duygularını diğer tüm seyircilerin önünde cesurca paylaşan diğer seyirciler. Öykülerinin sahneye yaratıcı bir şekilde uygulanması kadar, zamanı geri alabilme ve kendilerini sahnede görebilme imkânları olması, geceyi en ilginç kılan unsurlardan biri.
***
Tiyatronun yönetmeninin bir psikolog olması da, seyrin ardından birçok düşünceler oluşturdu kafamda; hayatımızı gerçekten bu kadar kontrol altında mı yaşıyoruz? Bütün hayatımız önceden planlanmış mı? Kendimizi özgür hissettiğimiz anlarda da ne kadar özgürüz aslında? Spontan olabilir miyiz nadiren de olsa? Sanmıyorum, biraz zor. Benim bile bekar bir insan olarak spontan olmam imkansıza yakın; ani bir karar verip, o anda bir yere gitmeye karar verdim diyelim; köpeğime kim bakacak? Annem babama haber vermem lazım. İş maillarıma bakabilecek miyim? Köşe yazım o hafta denk geliyor mu? Vs. vs. derken, işin keyfi kaçtı bile. Benim için en iyisi yine de planlamak.
Spontan yaşayabilenleri çok takdir ediyorum oysa, keşke bende o cesaret olsa…