Yaşamın kutsanması

Nazi ölüm makinesi, rejim muhaliflerini yok etti, rahat hüküm sürmek için. Hasta insanları, eşcinselleri ortadan kaldırdı, saf bir ırk yaratmak için. Rus savaş esirlerini, Polonyalı savaşçıları, Çingeneleri katletti… Ve Yahudileri her şeyleri ile gömdü

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
14 Nisan 2010 Çarşamba

Holokost kurtulanı, Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel konuşmalarını birinde şöyle diyor:

“Tüm kurbanlar Yahudi değildi, ancak tüm Yahudiler kurban olarak seçilmişlerdi...” ve devam ediyor: “Tarihte ilk kez Yahudi olmak bir suç haline gelmişti. Yahudi çocukları doğumlarından önce bile ölüme mahkûm edilmişlerdi. Düşmanın ulaşmaya çalıştığı Yahudi tarihine son vermek, Yahudilerden tamamen ve geri dönüşsüz bir şekilde arındırılmış bir dünya kurmaktı… Auschwitz, Ponar, Treblinka, Belzec, Sobibor, Chelmno, nihai çözümü gerçekleştirecek kara bacalı ölüm fabrikaları şeklinde kuruldular. Katiller oraya öldürmeye gidiyorlardı, kurbanlar da ölmeye…”

Nazi ölüm makinesi, rejim muhaliflerini yok etti, rahat hüküm sürmek için. Hasta insanları, eşcinselleri ortadan kaldırdı, saf bir ırk yaratmak için. Rus savaş esirlerini, Polonyalı savaşçıları, Çingeneleri katletti… Ve Yahudileri her şeyleri ile gömdü. Tarihleri ile, kültürleri ile, kitapları ile, kutsal yerleri ile… Sistemli bir şekilde, en ince detayını hesaplayarak, aksamadan ve aksatmadan…

Hitler, Nasyonal Sosyalizmi siyasi bir hareket olarak değil bir din olarak tanımlar. Hatta onun için bu “bir dinden ötedir, insanlığı bir daha, yeniden yaratmakla eşittir.” Kavgam’dan devamla : “Marksist prensiplerin yardımıyla Yahudi tüm diğer dünya halkları üzerinde baskın olmaktadır. Tacı insanlığın ve dünyanın cenazesi olacaktır… Yahudi ile savaşarak Tanrı’nın işine yardımcı oluyoruz…” der.

Nürnberg Yasaları’nın Son Çözümü hukuki zemine oturtması ile başlayan süreç, böylesi irrasyonel fikirlerden ilham alıyor, Holokost gücünü insanlığın Yahudilikten temizlenmesi gibi bir kaynaktan sağlıyordu. 30 Nisan 1945’te intihar ettiği Berlin yakınlarındaki sığınakta kaleme aldığı vasiyetinde Hitler, hâlâ, ırkçı yasaların kesinlikle takip edilmesi ve tüm dünya halklarını zehirleyen uluslararası Yahudiliğe karşı etkili ve acımasızca savaşmaya devam edilmesi gereğini vurguluyordu. Ölürcesine bir nefret. Nefret ile anlam bulan bir yaşam…

“Halen sorarız Auschwitz neydi diye: Bir son mu yoksa bir başlangıç mı, yoksa onlarca yıldır devam eden bir karalama kampanyasının beslediği bir nefret mi? Ya da insan karakterindeki şeytani dürtülerin görüntüsü mü?” diye sorar Elie Wiesel ve hemen cevap verir, “Auschwitz, ekmeğini kaybetmenin hayatını kaybetmek, bir arkadaşın gülümsemesinin umut dolu bir yarın demek olduğu kötülükler prensliğiydi…”

Elbette ki Şoa’yı yalnız Auschwitz’e indirgemek yanlış olur. Almanların denetimine giren bütün Avrupa kan gölü haline gelmiş, gökleri ölüm fabrikalarının kustuğu kara bulutlarla kaplanmıştı adeta. Naziler, olası bir lanetten kaçmak istercesine ölüm kamplarının en heybetlilerini Polonya’da kurmuşlardı. Ancak Baltık kıyıları, Rusya ve Ukrayna’nın geniş stepleri de hep aynı oyuna sahne olmuşlardı.

“O günlerden bugünlere geldiğimizde ve Holokost’un hiçbir zaman olmadığını söyleyenleri, olayların abartıldığını iddia edenleri, birçok Şoa kurtulanı için bir yuva oluşturan İsrail’in haritadan silinmesi için çağrıda bulunanları duyduğumda isyan ediyorum…” Bu sözler, başka bir Holokost kurtulanı, Fransa’da bakanlığın yanı sıra Avrupa Parlamentosu başkanlığı da yapmış, Simone Veil’e ait.

“Kendim dahil toplama kamplarından kurtulanların Şoa’yı düşünmediğimiz tek bir gün yok. Yediğimiz dayaktan, açlıktan, bitkinlikten, soğuktan ve yorgunluktan çok, aşağılanmamız bugün dahi anılarımızın en acı olanıdır. Kamplara girdiğimiz andan itibaren adlarımız yoktu. Bizler yalnızca kollarımıza kazılan birer numaradan ibarettik…”

Öyle bir sistem kurulmuştu ki her şeyleri ellerinden alınıyordu Yahudilerin… Geçmişleri, evleri, servetleri, meslekleri. Sonra anıları siliniyordu adları ile beraber ve birer numaraya indirgeniyorlardı. Aşağılanıyorlardı. Değersizliğe mahkûm ediliyorlardı. İşte Varşova Gettosu ayaklanması ile anlam bulan, Nazizme karşı Yahudi direnişi böylesi bir umutsuzluk üzerine inşa edilmişti. Geçmişlerini yitirmiş insanların, onurlarını miras bırakmak adına başlattıkları bu direniş, Yahudi halkının Bar Kohba’dan bu yana gerçekleştirdiği ilk silahlı duruştu. Ölümün kutsanması yerine yaşamın kutsanmasıydı, şüphesiz!