Küçükken anlatılan bazı öyküler insanların aklına öyle bir kazınır ki, seneler sonra dahi berraklığından, diriliğinden bir şey kaybetmez. Moşe’nin önderliğinde Mısır’dan çıkan İbranilerin hikâyesi birçoğumuz için işte böylesi bir değere sahiptir. Her Pesah, ailece okunan Agada, bu diriliğin en önemli nedenlerinden biridir şüphesiz! Tarihin uzak çağlarından kopup yüzyıllara meydan okuyarak günümüze ulaşan bu öğreti, yoksa nasıl bu kadar taze, bu kadar ilk günkü gibi durabilirdi kolektif hafızamızda?
İbranilerin, Firavunların yönetiminde yaşadıkları, çektikleri acılar küçüklüğümde beni de çok etkilemişti. Hele hele onlara ithaf edilen ‘esir’ sözcüğünün anlamını tam olarak anlayamamış olsam da, iyi bir şeyi ifade etmediğini hissetmemem mümkün değildi. İbranilerin başından geçen nasıl bir esaretti? Onlara istemediklerini mi yaptırıyorlardı? Yoksa bazı kitaplarda resmedildiği şekli ile piramitlerin yapımında, sırtlarından kamçı eksik olmayacak şartlarda, zorla mı çalıştırılıyorlardı?
Seneler sonra, esaretin anlamını kavramaya başladığımda kendime gülmüştüm… Küçük bir çocukken kendi kendime sorduğum soruların cevabı son derece basitti. İbraniler, Mısır ülkesinde - dönemin en yüksek uygarlığının beşiğinde - mutsuzdular, umutsuzdular, çünkü özgür değildiler ve özgürlüğün olmadığı yerde esaret vardır. Kendisi için iyi olanı, doğru olanı seçemeyen toplumlar, diğerlerinin esiridir. Bu tarihin derinliklerinde de böyleydi, yakın geçmişte de… Ve gelecekte de böyle olacaktır.
İbranilerin, Tanrı’nın Firavunlar ülkesine gönderdiği yedi felaketi takip eden ve Tora’nın ikinci kitabına konu olan Mısır’dan çıkışlarını, esaretten özgürlüğe giden yolda bir sonuç değil, bir başlangıç olarak görmek gerekir... Zorlu yolculuğu mümkün kılan, halkın Moşe’ye olan inancı ve güvenidir. Moşe, tarihte karizmatik bir lider olarak tanımlanmaz, ancak ne istediğini bilen ve bu uğurda her şeyi göze alan bir kişiliktir. Ona destek olan Aron ile giriştikleri zorlu mücadelenin başarıya ulaşması, bir halkın özgürlüğüne kavuşması demek olacaktı.
Yola çıktıklarında böylesi bir iddiaları yoktu hiç şüphesiz. Amaçları, muhtemelen zor durumda yaşayan İbranileri daha özgür ve refah dolu bir yaşantıya taşımaktı belki de!
Ancak, Kızıldeniz’in Moşe ve takipçilerine geçit vermek için açılması, alınan kararın doğruluğuna ve gücüne vurgu yapmaktadır adeta. Sular, İbrani halkının özgürlüğe olan inancından etkilenmiş, her şeylerini geride bırakıp geleceklerini kucaklamaya giden bu halka saygı duyarcasına, yol vermiştir. Bu anlamda, Yahudilerin özgür geleceklerini arama fikri, tutsaklığın kendilerine reva görüldüğü her dönemde tekrarlanan bir kimlik haline gelmiştir, dense, çok yanlış olmaz.
Esareti görmüş bir toplum, özgürlüğünü kendi çabası ile kazanmış olsa dahi, buna ayak uydurabilir mi? Sosyoloji öğrencileri bu soruya türlü türlü cevap verebilir, konuya çok değişik açılardan yaklaşabilirler… Ancak, Yahudi halkının Sina’da bir nesli tüketecek şekilde, 40 yıl dolaşması ve ‘vaad edilmiş’ topraklara ancak yeni neslin girmesi, soruya yanıt oluşturur, hiç şüphesiz. Moşe dahi, halkının özgürlüğü yaşayacağı bu toprakları ancak uzak tepelerden görebilmişti…
Geçmişinde esaret olan bir toplumun özgürlüğü özümsemesi, onu kendinden sonra gelen nesillere aktarması kolay değildir. Bu anlamda, Sina’da yaşanan bir evrimdir. Giden nesiller Firavun yönetiminde çektikleri acıları o yolculuk esnasında çocuklarına anlatmışlar, onlar da, topraklarında egemen yaşamanın anlamını, anlatılanların ışığında değerlendirmişlerdir. Günümüzde her Pesah bayramında tekrarlanan Agada’nın derinliklerinde işte bu mesajlar uçuşur…