Kishon vari işler

Kâbus gibi bir hafta geçirdik Türkiye’de, her an televizyon ekranlarına yansıyan bir ‘son dakika’ haberinde yeni bir gözaltı, yeni bir operasyon şoku yaşadık. Halk şaşkın, yargı rahatsız, TSK tedirgin… Üçlü zirve ise vatandaşı bir ölçüde rahatlattı.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
3 Mart 2010 Çarşamba

Büyükdere Caddesi’nde trafik polisi kontrol için arabamı durduruyor; ehliyet, ruhsat vs. derken telsizden bir şeyler soruyor sonra bana doğru eğiliyor ve “aracınız trafikten men edilmiş” diyor.

Şaşkın şaşkın “niye?” diye sorduğumda, “Size hiç ceza gelmedi mi? Araç üzerinde bildirmeden değişiklik yapmışınız…”

Memur bey, bugüne kadar otomobilin aküsünü bile değiştirmedim, şimdi ne olacak?” diye soruyorum. Birkaç telsiz görüşmesinin ardından uzunca bir süre -veya bana öyle geliyor- yol kenarında park etmiş durumda bekledikten sonra ekip geliyor, otomobile bir göz atıyor, herhalde ikna olmuş olacaklar ki araçta herhangi bir değişikliğe rastlanmadığına ilişkin tutanak tutuluyor, imzalar atılıyor ve durumu Trafik Müdürlüğü’nde düzeltmem öneriliyor.

Daha şubeye gitmeye vakit bulamadım ama bu yanlışlığın nedenini, nasılını hala anlamış değilim. Polislerin son derece saygılı ve anlayışlı davrandıklarını da belirtmek zorundayım.

Yıllarca önce okuduğum Ephraim Kishon’un; isim benzerliği yüzünden, “Kishon Köprüsü”nün adına kayıtlı olduğu iddiası ile sürekli kendisine vergiler salındığını anlatan mizahi öyküsü aklıma geldi. Dönem değişiyor, teknoloji ilerliyor, ancak son kertede insan elinin değdiği her işlemde kimi zaman yanılgılar kaçınılmaz oluyor.

Kâbus gibi bir hafta geçirdik Türkiye’de, her an televizyon ekranlarına yansıyan bir ‘son dakika’ haberinde yeni bir gözaltı, yeni bir operasyon şoku yaşadık. Halk şaşkın, yargı rahatsız, TSK tedirgin…

The Economist’de “Yalanlar ve fısıltılar” başlıklı yazıda şu ifadelere yer verilmiş: “ Sayın Erdoğan’a gelince… Muhtemelen son gelişmelerden memnun değil. Bazıları da Erdoğan’ın uzlaşma isteğinden hayal kırıklığına uğramış olan, güçlü İslamcı tarikatlarla bağları bulunan aşırı hevesli savcılar ve güvenlik yetkililerinden söz ediyor. Hâlbuki yeni bir darbe olanağı sıfıra yakın.” (Hürriyet, 27 Şubat, say.22).

Nitekim cumhurbaşkanı, başbakan ve genelkurmay başkanı arasında gerçekleşen üçlü zirvede, “kurumların yıpranmaması için herkesin sorumluluk bilinci ile hareket etmesi çağrısı” devletin, hükümetin ve ordunun başında yer alan en üst düzey yetkililerin, krize dönüşebilecek ortamın bilincinde olduklarını, aralarında bir görüş birliğinin var olduğunu ve vatandaşa güvence vermek istediklerini gösterdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle ülke ekonomisini olumsuz etkileyebilecek bir ortamdan hiç mi hiç memnun olmayacağı ortada.

1960 Devrimi’nde çocuktum ve sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde o gün okula gitmeyeceğime ve sınavın yapılamayacağına sevinmiştim. Ancak o günden bugüne 1970, 1980 darbe dönemleri, ‘post modern’ darbeler, 28 Şubat süreci geride bırakılarak Türk siyasetinin çok yol aldığına inanıyorum.

Türkiye, Adnan Menderes’in darağacındaki fotoğrafı gösterilerek yola getirilecek bir ülke değil artık. Aklıselim sahibi hiç kimse darbelerden yana olduğunu söyleyemez bu ülkede.

Ancak, ifade vermek için sabahın onundan, ertesi sabaha karşı saat üçlere kadar bekletilen, hatta üç gün boyunca nezarethanelerde, koğuşlarda sıradan sanıklarla aynı koşullar altında tutulan ordu mensuplarına, en azından trafik polisinin basit günlük bir olayda sıradan bir vatandaş olan şahsıma karşı gösterdiği özen ve anlayış gösterilebilir, belli bir yaşın üstündeki emekli komutanların yorgunluktan bitap düşmeleri önlenebilirdi.

Doğru, her kurumda çürükler olabilir ve demokrasinin bir kuralı olarak bunların ayıklanması gerekir. Ancak bir TV programında ismini anımsamadığım bir avukatın belirttiği gibi “siber darbe” görünümünde, ses bantları ve CD kayıtlarından yola çıkılarak öncelikle doğruluğu ispatlanmamış kanıtlardan hareketle peş peşe gelen gözaltına almaların kamu vicdanını rahatsız ettiği de yadsınamaz.

Yukarıda da değindiğim gibi dönem değişiyor, teknoloji ilerliyor, ancak son kertede insan elinin değdiği her işlemde kimi zaman kasıtlı veya kasıtsız yanılgılar kaçınılmaz olabiliyor.