Seçimin olduğu her sistemde, seçilmeyenden vazgeçildiğine göre, demokrasi aynı zamanda düşünmeyi, tartmayı, deneyimlerin ışığı altında, sunulanların çerçevesinde karar almayı ve bir nebze de olda fedakârlıkta bulunmayı gerektirir.
Toplumlar arası ilişkiler, tıpkı insanlar arası ilişkilerde olduğu gibi uyum içinde olmayı, birbirini iyi anlamayı, anlaşılamıyorsa dahi, birbirini dinlemeyi, en kötüsünden birbirine tahammül etmeyi gerektirir.
İnsan uygarlığının ulaştığı en mükemmel yönetim şekli olarak kabul ettiğimiz demokrasi, işte bu erdemlerin üstünde kurulmuş duruyor. Okul sıralarında öğretildiği üzere, demokrasi, halkın kendi kendini idare etmesi midir, basitçe? Yoksa seçenin seçileni, uygulamalarında sorgulaması ile şekil bulan bir süreç midir?
Seçimin olduğu her sistemde, seçilmeyenden vazgeçildiğine göre, demokrasi aynı zamanda düşünmeyi, tartmayı, deneyimlerin ışığı altında, sunulanların çerçevesinde karar almayı ve bir nebze de olda fedakârlıkta bulunmayı gerektirir. Ne istediğini bilen, ya da en azından ne istemediğinin farkında olan bireyler, bu anlamda, demokrasinin ön şartı olarak beliriyor.
Demokrasi aynı zamanda eleştirilere duyarlı olmayı, hesap vermeyi, gerektiğinde yanlış olanın sorumluluğunu, sistemi korumak adına, üstlenmeyi de gerektiriyor. Neyin doğru neyin eğri olduğunu hükmetmenin yolu ise, olabildiğince kayıtlı, şeffaf mekanizmaların oluşmasında yatıyor. Yoksa “ben yaptım oldu” mantığı içinde olgunlaşan, “ahbap çavuş” ilişkileri ile beslenen süreçler, toplumları kavga noktasında kilit altına alıyor.
Ondan öte, çoğunluğun isteklerini geliştirilen politikaların pusulası haline getirmek, her demokratik toplumun vazgeçilmez öğesi olan azınlıkların taleplerini yok saymak elbette ki doğru değil. Bu aşamada, sosyal refahın aksaksız bir şekilde toplumun her kademesine yayılmasını, adaletin eksiksiz ve gerektiği kadar hızlı bir şekilde tesis edilmesini sağlamak ve sistemin sağlıklı bir yapıda işlemesi için gerekli önlemleri almak, bireylerin kollektif sorumluluğudur.
Toplumların bu ideal sisteme ulaşmaları uzun zaman isteyen bir süreçtir ve demokrasi ancak geleneksel bir yapıya kavuştuğu, kurumsallaştığı, bireylerin dokusuna işlediği ölçüde başarılı olur.
Bizler, böylesi bir toplumda nefes alma ayrıcalığına sahip şanslı insanlarız. Buna rağmen, gündelik yaşantımızın koşuşturması içinde, farkında olmadan, sistemin bize verdiği nimetleri ıskalıyoruz. Karşımızdakinin sorunlarına duyarlı olmak bir yana, kendimizle çok fazla ilgili olabiliyoruz. Aramızda, eleştiri kabul etmeyenler, her şeyi en iyi bilenler, kendilerini vazgeçilmez ilan edenler var. Bunların zaman zaman toplum kanaat önderleri olarak ortaya çıkmaları, ya da seçilmişler arasında yer almaları, toplumları zayıflatan, sosyal barışı ve uyumu torpilleyen durumlardır.
Bu gibi istenmeyen durumları engellemenin yolu ise demokrasiyi yönetmeyi bilmekten geçiyor. Demokrasiyi yönetmek, son tahlilde, özgür toplum içinde varlığını sürdüren, kararları şu veya bu şekilde ipotek altında olmayan, yine özgür bireylerin görevidir.
Bu teorik çeşitlemeden sonra, gerçeklerin bize yüklediklerinin yaşantımızdaki izlerini sürmek ilginç olsa gerek. Etrafımızda, demokratik değerleri paylaşabileceğimiz, bu değerlere sahip çıkma yolunda kader birliği yapabileceğimiz, fikir alış-verişinde bulunabileceğimiz çok fazla toplum yok, ne yazık ki! İnsanlarını tek tip üniformalar içine sokan, değerlerini acımasız şekilde tüketenlerle yarınlarımızı paylaşmak, toplumsal gelişmemizi dinamitlemek, geleceği borçlandığımız nesilleri zora sokmak olmayacak mıdır?