Einstein başardı! Biz nasıl başaracağız?

Köşe Yazısı
7 Ekim 2009 Çarşamba

Tana ESKİNAZİ ALALU


Bu yazıyı yazmamın nedeni üç olayın tesadüfen bu hafta bir araya gelmesi. Tesadüfler benim dikkatimi çeker. Muhakkak orada bazı anlamlı noktalar vardır, diye inanırım. Bu inanç beni heyecanlandırır, harekete geçirir.

İşte beni harekete geçiren üç olay; 1) Mart ayından beri Dikkat Eksikliği Koçluğu ile ilgili bir eğitim alıyorum. 2) Yeniden gündeme gelen Master Tezim Dikkat Eksikliği üzerine 3) Çok iyi tanıdığım bir arkadaşımın çocuğu Dikkat Eksikliği yüzünden okuldan soğudu, okumaktan soğudu ve kendine uygun bir program arıyor.

Ülkemizde küçüklüğünden beri dikkat eksikliği tanısı konmuş veya dikkat eksikliği olup tanısı konmamış birçok çocuk veya erişkin var. Türkiye’de dikkat eksikliğine tanı koymada halen çok netlik yok. Milli Eğitimin bu bozuklukla ilgili pek bir yasal önlemi yok. Alınması gereken ilaçların, yararları zararları ile ilgili devamlı değişen veriler var. Çocuklar onca dersin arkasından bir de psikoterapiye gitmek istemiyorlar. Özel okulların çok pahalı olduğu bu dönemde bir de fazladan özel eğitim uzmanı veya terapistin devreye girmesi aileleri oldukça zora sokuyor. Bazı ebeveynler sürekli uğraşmaktan yorgun düşebiliyorlar. Ebeveynler çocuklarına karşı nasıl bir tutum alacaklarından emin değiller. Kimi zaman aileler korktuklarından veya eksik bildiklerinden çocuklarına ne pahasına olursa olsun ilaç aldırma taraftarı olmuyorlar. Çocuklar devamlı tembellikle, anti-sosyal olmakla, aşırı haylaz olmakla suçlanıyorlar.

Derslerde bazı öğretmenler, ‘Ben seni bilirim, sen sınıfı rahatsız edersin, seni ders sırasında dışarıda görünce hiç şaşırmadım!’, gibi iğneleyici sözler söyleyip, çocukları etiket ve yargılara maruz bırakıyorlar. Kimi zaman çocukların arkadaşları topla oynanan oyununda, topu tutamadıkları için onları aşağılayabiliyor veya oynatmayabiliyorlar. Ve en kötüsü ne biliyor musunuz? Dikkat eksikliği tek başına gelemeyebiliyor. Yanında depresyon, anksiyete bozuklukları veya diğer birçok etki ile birlikte gelebiliyor. Çocuklar yanlış yargılardan ve inançlardan dolayı hem kendilerine hem de hayata olan güvenlerini kaybedebiliyorlar. Ve bunlar zamanla birikip, yerleşip, kocaman bir sorun haline gelebiliyor. Yani böyle bir bozuklukla dünyaya gelince, bu çocukların hayata karşı çok sağlam durması gerekiyor ki, yaralanmasınlar.

Her insanın güçlü yanları vardır. Acaba Dikkat Eksikliği olan insanların güçlü yanlarına yeterince bakılıyor mu? Acaba okullarda öğretmenler bunların üstünde ne kadar duruyorlar?

Peki sizce, aşağıda saydığım insanların ünlü olma haricinde ne gibi bir ortak özelliği var?

Robert Frost, Frank Lloyd Wright,Virginia Woolf, Nikola Tesla, Samuel Taylor Coleridge,

Thomas Edison, Michael Phelps, Terry Bradshaw, Dustin Hoffman, Jim Carey , Leonardo da Vinci, Albert Einstein, Beethoven, Sir Issac Newton, Galileo, Alexander Graham Bell, Steven Spielberg, Abraham Lincoln, Mozart, Winston Churchill, Hans Christian Anderson,

Agatha Christie, Picasso, Van Gogh, Robin Williams, Will Smith, Whoopi Goldberg, Michael Jordan, Magic Johnson, Walt Disney….

Doğru bildiniz! Bu insanların hepsi çok ünlü, yaratıcı insanlar!.. Peki, bunu dikkat eksikliğiyle bağlantısı nedir?

Hynd, Hern, Voeller, Marchall, Hermann, & Torrance, gibi uzmanlar dikkat eksikliğinin ve yaratıcılığın el ele gittiğine inanıyorlar. Bu kişilerin çalışmaları, ileri derecede yaratıcı kişilerin beyin örüntüleri ile dikkat eksikliği olan insanların beyin örüntülerinde benzerlikler olduğunu gösteriyor.

İşte size çok tanıdığımız 3 kişi. Bu insanlar dikkat eksikliklerinin yanında, hem çok yaratıcı hem de çok başarılı insanlar!

Ünlü Amerikalı şair Robert Frost, derslerde devamlı hayal kurduğu için okulu bırakmak zorunda kalmış.

Tanınmış İngiliz feminist yazar Virginia Woolf okulda hep fazla konuştuğu için şikâyet almış.

Guggenheim’ı inşa eden, mimarlık tarihinin en önemli kişilerinden biri olan Frank Lloyd Wright’ a çevresindekiler sürekli  trans durumunda olduğu ve hayal kurduğu için durmadan bağırmışlar.

Dikkat eksikliği olan insanlarda yaratıcılık ön planda gidiyor, eğer yolda zayıf taraflarına odaklanıp yaratıcılıkları öldürülmemişse, çok önemli yerlere gelinebiliyor. Bir kişinin dikkat eksikliği olması demek başka insanların görmediklerini görüyor olması demek.

Size abartıyorum gibi gelebilir. Dikkat eksikliğinin de dereceleri var tabii ancak, derecesi ne olursa olsun biz kültür olarak çocuklarımızın zayıf noktaları üzerinde daha fazla durmaya eğimliyiz.

Dikkatinizi nereye verirseniz o parça büyür. Biz güçlü taraflarımızı unutup bütün dikkatimizi zayıf taraflarımıza yöneltiyoruz. O zaman ne oluyor? ‘Ben yapamam! Ben okulda başarısızım! İnsanlar beni istemiyor!’  gibi bir sürü yanlış inanç kalıpları beynimize ve kimliğimize yerleşiyor.

Dünyada 5-19 yaş arası yaklaşık 5 milyon çocuk dikkat eksikliği, hiperaktive bozukluğu ile yaşıyormuş. Muhtemelen her biri de ayrı şekilde yaratıcıdır. Türkiye’de dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı konulmuş 600.000 çocuk varmış. Bunların ne kadarının yaratıcı olup olmadığına bakılmış mıdır acaba? Ya tanısı konulmamış tembel, haylaz ve yerinde duramayan ve şımarık diye adlandırılan çocuklara ne demeli?

Peki, bu çocukları okuldan soğutmak, tembel, anti-sosyal, sorumsuz olarak adlandırmak, yeri geldiğinde bu çocukları kimi okulların kabul etmemesi, onlara yeterince destek vermemesi bu çocukların hayatlarına, potansiyellerine haksızlık etmek değil midir? Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?