Post entelektüel dönemin basını

Türkiye’nin önde gelen entelektüellerinden Doç. Dr. Hasan Bülent Kahraman, günümüz medyasına çarpıcı bir özeleştiri getiriyor

Doç. Dr. Hasan BÜLENT KAHRAMAN Köşe Yazısı
17 Haziran 2009 Çarşamba

Basında açık veya örtülü bir savaş devam ediyor. Gün geçmiyor ki, gazeteler veya köşe yazarları birbirine girmesin. Bu tartışmaların ve onları doğuran yazıların büyük bir bölümü kişisel nedenlerden kaynaklanıyor veya kişisel sataşmaları, cevapları içeriyor. Basınımızda Batı gazetelerinde olduğu gibi düşünce temeline oturmuş, bilimsel görüşlere öncelik ve ağırlık veren, kişisel zıtlaşmalardan arınmış yazıları bulmak neredeyse imkânsız.

Bu tartışmalarda basının yapısını, içeriğini konu edinenler, onlara dönük irdelemeler de zaten işin bu yanını ele alıyor. Bir grup yazar ve bazı basın organları diğerlerini basının işlevine, anlamına uygun olmamakla suçluyor. Yerleşik, ‘büyük basın’ denince akla gelen yayın organları bu tür eleştirilerin odağına oturmuş durumda. Kısacası, Türkiye’de çok satan gazeteler, çok izlenen kanallar ile daha ‘marjinal’ olanlar arasında müthiş bir rekabet ve çekişme var.

 

BİZDE VE DÜNYADA

Bu sadece bize özgü bir durum değil. Dünyanın her yerinde gövde sayılabilecek medyada daha popüler, daha satış getirecek yaklaşımlar göze çarpar. Bu tür basın elinde tuttuğu büyük kitleyi muhafaza edebilmek için kendisine daha popülist bir hava vermek zorunda kalır. Bunda yadırganacak bir şey yoktu. Kitle dediğimiz şey ne homojendir ne de belli bir kalıba sığar. Tam tersine büyük bir karışımdır ve onu etkilemek isteyen de kendisini renkten renge sokmaya mecburdur.

Buna rağmen Batı basınında ister yazılı yayın organları da görsel yayın organları da basın etiğinin temel ilkelerine alabildiğine dikkat ederler. Bunun dışında bir yayıncılık anlayışı akla hayale gelmez. Tekzip edilmek aklın alamayacağı bir şeydir. Haberlerin farklı odaklardan doğrulatılmasından tutun, adı geçen kişilere hitap tarzına kadar her şey inceden inceye bir süzgeçten geçirilir. Bizimse bu konularda sicilimiz hayli bozuk. Geçenlerde yayınlanan bir inceleme en çok satan ve en ‘ciddi’ olarak bilinen gazetelerin yalan haber ve tekzip sıralamasında ilk üç sırayı paylaşğını açıkça gösteriyordu.

 

BİLGİ, UZMANLIK VE AYDINLAR

İster hazin ister çarpıcı diyelim bu durumun iki önemli sonucu ve gerekçesi var.

Birincisi, Türkiye’de basın çok uzun bir süredir bilgi, bilimsellik, uzmanlık ve ciddiyet diye tanımlanabilecek bir alandan kendisini tamamen koparmış bulunuyor. Magazin, sıradanlık, ucuzlaştırma, basitleştirme her şeyin önüne geçmiş, her şeyi kaplamış durumda. Bu olumsuz hal giderek benim sosyal pornografi dediğim bir noktaya kaydı. Yani, herhangi bir haberi veya tartışmayı kişiselleştirme, özel hayata gösterilen saygısızlık, her şeyi ifşa edip, ortaya saçıp dökmek, gündelik hayatın sıradan edimlerinin bir marifet gibi sergilenmesi sadece mankenler, sadece ‘ikoncan’lar değil kim olursa olsun muhatap geçerli bir durum. Sadece o mu? Siz bir basın düşünün ki, üçüncü sayfası polisiye-adliye, bilmem kaçıncı sayfası sosyete haberlerine ayrılsın ve bütün gazeteler büyük bir ‘ciddiyetle’, çok muntazam biçimde ve görülmedik bir inatla ayrıca ‘magazin’ haberi yayınlasın.

Yazılı kültürünü oluşturmadan görsel kültüre sıçramış ve ne yapacağını şaşırmış bir toplumda olacağı budur diyebilirsiniz. Ben buna başka bir şey eklerim ve elitlerini bunca tahrip etmiş bir toplumun en fazlasından yapabileceği budur derim. Elitizmden söz etmiyoruz elbette ama düzeylilik, seçkincilikle özdeşleşmemiş bir seçmecilik hiç öyle yabana atılacak bir şey değildir.

Zaten ikinci husus budur ve bana kalırsa bütün bu hazin tablonun, kötüyü sıradan hale getiren ve insanlarla arasındaki mesafeyi kaldıran bu yaklaşımın ana unsuru aydınların boydan boya kötülenmesidir. Gerçi Platon şairleri cumhuriyetinden kovmuştu ama aydınların bir ülkenin düşünce hayatından bu derecede soyutlanması ve böylesine uzaklaştırılması sadece bize özgüdür. Ama onun da böylesi ve çok pahalı bir sonucu olduğu kesindir. Daha önceki dönemlerde edipler yani edebiyatçılar gazetelerde köşe yazısı yazardı. Fakat belki hedonizmin yükselmesinden belki ediplerin kendilerine özgü iç alanlara çekilmesinden iş bugün ‘köşe yazıcısı’ denilen bambaşka bir ‘kesime’ kaldı. O kesim de yazdığı konulardaki salahiyeti nereden geliyor belli olmayan bazılarını da içinde barındırmaktan çekinmiyor. Türkiye şimdi bilginin malumatla, uzmanlığın ansiklopedicilikle yer değiştirdiği bir basına sahip. Bunun da ötesinde kamusal hayat derken ve onu vurgularken özel hayatın ne anlama geldiğini tümüyle unuttuğu bir dönemden geçiyor.

Ben bu durumu yakında yayınlanacak bir kitabımda ne olduğunu uzun uzun anlattığım bir kavram geliştirerek post entelektüel dönem koşulları diye nitelendiriyorum. Bilginin, yaratıcılığın, yenilikçiliğin bu derecede geçerli ve hâkim olduğu bir dünyada post entelektüel koşullarda yaşamak da ancak Türkiye’ye özgü bir ‘yaratıcılık’ olsa gerektir.

Doç. Dr. Hasan Bülent KAHRAMAN kimdir?

Gazi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra Hacettepe Üniversitesi Ekonomi dalında yüksek lisans, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi dalında doktora yapan Hasan Bülent Kahraman, Hacettepe, ODTÜ ve Bilkent Üniversiteleri’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Kültür Bakanlığı Başdanışmanı ve Kültür Bakanlığı Yayınlar Dairesi Başkanı olarak görev yapan Kahraman, uzun yıllar Radikal Gazetesi’nde yazdı. Kahraman aynı zamanda Eczacıbaşı İstanbul Kültür Sanat Vakfı Danışma Kurulu üyesidir. Araştırma alanları Türk siyaseti, siyasal kuramlar, sosyal kuram, yapısalcılık sonrası felsefe, kültürel araştırmalar, görsel kuram, modern Türk edebiyatı, Türkiye popüler kültürü olan Hasan Bülent Kahraman günümüzde Sabancı Üniversitesi’nde ders vermekte, Sabah Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmaktadır.