İyi, kötüden daha hızlı evrimleşip, güçlenebilir mi?

Köşe Yazısı
22 Nisan 2009 Çarşamba

David Ojalvo


Hindistan’ın en saygın oyuncularından Nandita Das’ın yazıp yönettiği, “Fıraaq” adlı filmi 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında izledim. Festivalin “Sinemada İnsan Hakları” yarışmasında film, Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü.

“Fıraaq” Urdu dilinde ayrılış ve arayış anlamlarını taşıyor. Film, 2002’de elli sekiz Hindu hacının yaşamını yitirdiği Godhra’daki tren kundaklama olayının ardından, Gujarat eyaletinde çıkan halk ayaklanmalarında üç bin Müslüman’ın öldüğü Müslüman-Hindu çatışmasından bir kesit sunuyor. Ayaklanmaların bir ay sonrasında, yirmi dört saatlik bir zaman dilimi içerisinde, her iki inanca mensup sıradan insanların, kurbanların ve faillerin hikâyelerinden oluşan bir kolaj üzerine kurulu Fıraaq.

(1)

Evleri yakılan Müslüman ailelerin dramı, öksüz kalan bir çocuk, Hindu bir ailenin yanında kötü şartlarda çalışan Müslüman kadın, bir Hindu kadınla evli Müslüman bir kocanın kimliğine dair korkuları… Filmin en çarpıcı sahneleri polisin uyguladığı baskı ve şiddet, buna paralel olarak bir Hindu’nun bir Müslüman’ı balkondan attığı bir cisimle (büyükçe bir kaya parçası belki) öldürmesiydi…

Filmin ardından soruları yanıtlayan Nandita Das’ın tercümanlığını yapma şansım oldu. Nandita Das, faşist bir yönetimin Hindistan’da iktidarda olduğunu, bu eğilimin güçlenmesinden endişe duyduğunu ve filmin dağıtım ile tanıtımının hükümet tarafından önlenmeye çalışıldığını anlattı. Uzun yıllar İngiltere’nin bir kolonisi olarak kalan Hindistan’da çok kültürlü, çok tabakalı bir yapı var ve Das, şiddetin ortaya çıkış mekanizmalarına, provokasyonlara dikkat çekti. Film çarpıcı bir görsellikle, adaletsizliği işliyor ve dünyanın birçok yerinde güçlendiği kanaatinde olduğum faşizmin, Hindistan’daki boyutunu etkili bir biçimde sunuyor.

Bir başka son derece düşündürücü çalışma ise, festivalin açılış filmi olan “Welcome (Hoş geldiniz)”idi. Kuzey Iraklı göçmenlere Fransa’da uygulanan kötü muamele, göçmenlere yardımcı olan Fransızlara karşı ağır yaptırımlar söz konusu… Filmin yönetmeni Philippe Lioret de durumu, “Hangi devirde yaşıyoruz? Sanki 1943 yılındayız ve Yahudileri bodrumda saklıyoruz…”

(2)

cümleleriyle değerlendiriyor.

***

2009 yılındayız. İki büyük dünya savaşı, tarihin hiçbir döneminde görülmediği kadar gelişme ve olaya tanık olan 20. yüzyılı geride bırakalı çok olmadı… “21. yüzyıl” deyişi bir yönüyle büyüleyici geliyor. Değişen sayılarla sanki dünya daha iyi bir yer, umutlar gerçek oldu… Oysa örneğin 2008 için, “kötü bir yıldı” diye ağız birliği var. Son yıllarda ne çok yıkıcı olaya tanık olduk...

“21. yüzyıldayız…” diye başlayarak, yaşanan kötülüklere, olumsuzluklara karşı hayret cümleleri kurmanın bir anlamı yok. Bunu her geçen gün daha iyi kavrıyorum. Elbette hayat standartlarını yükselten birçok gelişme yaşanıyor; ama bu gelişmeler kaç hayata değiyor ki?...

İyi kadar kötü de evrimleşiyor… Yeni silahlar üretiliyor, farklı baskı mekanizmaları kuruluyor, paranoyalar türüyor… İletişim ve haber alma yolları çok gelişmiş olabilir; ama bir o kadar da bilgi kirliliği, komplo teorileri, kafa karışıklığı arttı… Barışa gönül verenlerin, idealleri gerçekleştirebilmesi için, iyi olanın kötü olandan daha hızlı evrimleşmesi, güçlenmesi şart…

***

Devirler değişiyor mu?

Sorulması gereken daha önemli bir soru var: insanoğlu değişiyor mu?

Bugünlerde, anma haftası olduğu üzere, Holokost’u düşünüyor, tartışıyoruz. Kötülüğün en uç yeri olarak kabul ediyorum Holokost’u… O, kötüye dair her şeyi kapsıyor benim gözümde… Bu nedenle de bu konudan alabileceğimiz dersler çok önemli, yol gösterici… Ne yazık ki son dönemde Holokost çarpıtılmakta, farklı olaylarla bağdaştırılmaya çalışılmakta… Bunu doğru bulmuyorum.

***

“Beterin beteri, kötünün kötüsü vardır” düşüncesi, bir olumsuzlukla karşılaştığımızda, bireysel olarak insanı rahatlatır. 21. yüzyılın daha farklı ve iyi olmasını istiyorsak, toplumsal bazda “beterin beteri vardır” düşüncesi geçerlilik taşımamalı. Duyarlılıkta, temiz bilgide, öğrenmekte ve insan olmanın değerlerine sahip çıkmakta ısrarcı olmalı…

(1) ve (2) no’lu alıntılar,

“28. Uluslararası İstanbul Film Festivali” katalogundan alınmıştır.