Okumak üzerine

Köşe Yazısı
18 Mart 2009 Çarşamba

Yakup ALMELEK


Sevgili Okurlar,

Geçen haftanın üç gününü İsviçre’de geçirdim. Zürih’ten Bern’e trenle giderken bana oldukça ilginç gelen bir gözlemim oldu. Sizinle paylaşmayı diliyorum.

Saat 14.oo ekspresine binmiştim. Vagonda orta sıralardan birinde oturuyordum. Bulunduğum yerden hem arkamdakileri ve hem de önümdekileri rahatça izleyebiliyordum.

Üşenmeden sıraları ve sonra da oturanları saydım.  43 kişi vardı. Bunların çoğunun elinde birer kitap veya gazete bulunuyordu.

Çoğunun diyorum, onları da saydım, Sekiz kişi- beşi erkek, üçü kadın- ya pencereden dışarıya bakıyorlardı veya başları önde kendi dünyalarına dalmış gitmişlerdi.

Bern’e etiket basan bir matbaaya gidiyordum. Bir saat on dakika sürecek kısa bir yolculuktu bu. Başka bir yazımda bahsedeceğim.   

Vagonumdaki 43 kişinin 35’i vakitlerini trende okumakla değerlendirmeyi yeğlemişlerdi. Bunu yüzdeye irca edersek yüzde seksen bir eder. 

Değerlendirme sözcüğü bazılarımıza yanlış gelebilir. “Okudukları şeylerin değerli olduğunu nereden biliyorsun?” sualini bana tevcih edebilirsiniz. Yanıtım şu olur.

Ne okursak okuyalım, okumak vakti değerlendirmektir.  Çizgi roman da olsa, bu günün modasıyla Darwin’in teorisine de merak sarsak, hatta pür rezilce seksüel bir hikâyeye kendimizi kaptırsak dahi okumak vakti iyiye harcamaktır.

Şimdi bir hipotez kuralım. Bir ülkede insanların yüzde yetmişten fazlası beklerken bir şeyler okursa o ülkenin kişileri bir İsviçre inşa etmeğe hak kazanırlar.

Okurlar, bazı yazarlara sorarlar. Ne okuyalım?  “Önerilerde bulunun”  ricasını yöneltirler. Yazarlar da tercihlerini sunarlar. Bir örnek verebilirim. Levent’te Kanyon’da D&R da hemen girişte, tanınmış yazar Doğan Hızlan’ın sizin için seçtikleri bölümünde ilginç tavsiyeler var. Yolunuz düşerse kaçırmayın.

Son bir iki ay içinde bana büyük zevk veren eserler okudum. Arthur Miller’in tiyatro oyunları “Satıcının Ölümü” ve “Cadı Kazanı”. Miller’in bütün tiyatro oyunları kitap haline getirilmiştir. Her biri diğeri kadar cezbedici ve değerlidir.   

Maalesef geçen yıl yitirdiğimiz Nobel Ödüllü yazar Harold Pinter’in tiyatro oyunları “Doğum Günü Partisi” ve “İhanet” de sahneye ilgi duyanların vaz geçemedikleri yapıtlar arasındadır. Pinter de okurlara sunuluyor.

“Yok, biz roman tercih ederiz”, derseniz size Zülfü Livanelli’nin “Son Ada”sını gözlerimi kırpmadan önerebilirim.

Eğer doktor olsaydım bazı hastalarıma vereceğim reçetelere şu ibareyi düşerdim: “Konu serbest, çok hoşunuza giden bir kitaba başlayın ve kesinlikle en geç bir ay içinde bitirin.”

Sanmıyorum, eminim okuduktan sonra o kişi eskisine göre kendisini daha iyi hissettiğini söyleyecektir.  

İstatistiklere göre İsviçreliler dünyanın en sıhhatli sayılan toplumlarından biri imiş.

Neden acaba, siz ne dersiniz?