Revivo’lu günlerden günümüze...

Bir zamanların yıldız futbolcusu Haim Revivo Türk sporseverlerin gönlünde taht kurmuştu. Onun serüvenine kısa bir göz atarken son on yılda Türkiye-İsrail ilişkilerinde varılan noktaya da değinecek, ayrıca İsrail seçimlerinin sonuçlarını değerlendirmeye çalışacağız.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
25 Şubat 2009 Çarşamba

Yıl 1999; Türkiye depremin yaralarını sarmaya çalışırken Tel-Aviv’de televizyonda düzenlenen bir programda depremzedelere yardım amacıyla 1.700 milyon dolar toplanıyor; Ecevit ve Barak canlı olarak yayına katılıyorlar. İsrail’den depremzedelere ruh sağlığı desteği geliyor, kurtarma ekibi sahra hastanesini Türk yetkililere devrediyor. Türk-İsrail ilişkileri her açıdan giderek daha sağlam temellere oturuyor.

Yıldız futbolcu Haim Revivo, Fenerbahçe’nin 2001’deki şampiyonluğunda büyük pay sahibi olurken tüm Türkiye’nin sevgisini kazanıyor ve iki ülke arasındaki duygusal bağların pekişmesine katkıda bulunuyor.

 Haim Revivo oyunculuk kariyerini tamamlayarak ülkesine döndükten sonra doğduğu yerin takımı Ashdod FC’yi satın aldı ve kentteki birçok yatırıma imza attı. Ancak 2008 Eylül ayında eşi Sagit ve üç çocuğu ile birlikte ülkesini terk etti, ABD’de, Los Angeles’de bir villaya yerleşti.

İsrail basınında çıkan haberlerde ve özellikle Yediot Aharonot Gazetesi’nde, Revivo’nun ülkenin en karanlık aile şirketlerinden birine borçlandığı, çöküşünün böylece başladığı haberleri yer aldı. Diğer bir iddia ise Revivo’nun bir mafya babasının eşi ile ilişkiye girdiği ve ülkesini terk etmeye zorlandığı yönündeydi.

Revivo, geçtiğimiz hafta İsrail televizyonunda yer alan bir programda yer altı dünyası ile olan ilişkilerini yalanladı ve gazete haberlerinin tamamen uydurma olduklarını ileri sürdü. 36 yaşında olan eski yıldız futbolcu ABD’de sadece iş amacıyla bulunduğunu, 200 milyon dolarlık bir servete sahip olduğunu ve krizden etkilenen gayrimenkul piyasasında karlı yatırımların peşinde koştuğunu belirtti.

Her halükarda Revivo efsanesi pek sevimli bir şekilde sonuçlanmadı ve ABD’ye gidişinin ardındaki sır perdesi tüm çıplaklığı ile aydınlanmadı.

* * *

Yıl 2009 ve bu kez uzun yıllar hep yükselişte olan Türkiye-İsrail ilişkileri bu defa Gazze Operasyonu ve Davos’da yaşanan kriz sonrasında arzulanmayan boyutlara taşındı. On yıl öncesinde sadece hükümetler düzeyinde değil, her iki ülkenin halkları arasında mevcut sıcak ilişkiler yerini gergin bir ortama bıraktı.

Türkiye’de futbol liginde lider Sivasspor takımında forma giyen başarılı futbolcu Pini Felix Balili’nin maçlarında Filistin bayraklarının açıldığını, “Kahrolsun İsrail” sloganlarının atıldığını görünce Revivo formalarının kapışıldığı günleri nostalji ile anımsamamak mümkün değil. Hele Türk Telekom ile Bnei Hasharon basketbol maçındaki olaylar hatıralarımızdan kolay kolay silinmeyecek.

Yükseklerden aşağılara bakınca başımızın döndüğü gibi, geçmişe baktığımızda “ne yazık” dediğimiz de olur, ancak bu yaranın da izlerinin kısa sürede silineceğine inanmak istiyorum.

* * *

Gazze Operasyonu’nda, başını Kadima Partisi’nin çektiği iktidar, amacını Hamas’ın roket atışlarını durdurmak ve silahların geçişini önlemek olarak belirledi. Muhalefetteki Likud Partisi ise Hamas’ın alt yapısının tamamen çökertilmesine kadar hareketin sürdürülmesini savundu.

Gazze Operasyonu’nun hemen sonrasında ve onun etkisinde gerçekleşen İsrail seçimlerinde uzlaşma yanlısı Kadima Partisi bir sandalye farkla Likud Partisi’nin önünde yer aldı.

Hükümeti kurma görevinin Likud Partisi liderine verilmesinden önce,  Binyamin Netanyahu 120 milletvekilinin yer aldığı Knesset’te sağ bloğun 65, merkez ve sol bloğun ise 55 milletvekiline sahip bulunduğunu, bu nedenle de devlet başkanının görevi kendisine vermesinin beklendiğini ileri sürdü.  Tzipi Livni ise seçime şu veya bu blok olarak gidilmediğini, en büyük partinin koalisyon görüşmelerini yürütmesi gerektiğini savundu.

Ancak üçüncü parti konumundaki İsrael Beytenu (Evimiz İsrail) lideri Avigdor Lieberman Netanyahu’ya “evet” diyerek düğümü çözdü. Livni partisinin muhalefette kalacağını açıkladı.

Devlet Başkanı Şimon Peres 1984 yılında dönemin Likud Partisi’nin lideri Yitshak Şamir ile dönüşümlü başbakanlık temeline dayalı bir “Milli Birlik” hükümeti oluşturmuş ve bu hükümet son derece başarılı olmuştu. Peres, ön görüşmelerde hiçbir parti tarafından başbakan olarak önerilmeyen ve çoğunluğun desteğine sahip bir koalisyon oluşturamayacağı anlaşılan Livni yerine Netanyahu’yu görevlendirirken geniş tabanlı bir hükümet kurulmasının gerekliliğini de vurguladı.

Binyamin Netanyahu’nun uluslararası tepkileri ve mevcut kritik dönemi göz önünde bulundurarak Tzipi Livni’ye veto yetkisine sahip başbakan yardımcılığı, dışişleri ile savunma bakanlığı gibi iki önemli bakanlık dâhil geniş kapsamlı yetkiler tanıyan bir öneri paketi sunacağı öngörülüyor. Kaldı ki Likud lideri, sadece aşırı sağ ve dinci partilerin yer alacağı 65 milletvekilli bir koalisyona da pek sıcak bakmamakta.

Livni başbakanlık görevini yüklenmeyeceği bir hükümetin dışında kalıp muhalefette güçlenmeyi düşünüyor olabilir. Ancak Annapolis Barış Konferansı’ndan sonra İsrail ile Filistin arasında başlatılan görüşmelerin sürdürülmesinin Netanyahu tarafından kabul edilmesi durumunda Kadima Partisi liderinin siyasal ve kişisel çıkarlardan vazgeçerek barış yolunun tümden tıkanmaması için hükümette yer alması doğru olacaktır.

Umudumuz iki lider arasında sonuç alınamayan ikili görüşmeye rağmen İsrail’de geniş bir tabana dayalı hükümetin kurulması ve bölgede barış planlarının tümden rafa kaldırılmaması yönündedir.