Dünya toz duman. ABD’den başlayan ve dalga dalga yer kürenin neredeyse her tarafını sarmaya başlayan ekonomik çalkantı gündemi alt üst ediyor. Kriz ne kadar derin ? Etkilerini görmeye başladık mı ? Ne zaman ve nerede durur ? Sokaktaki adamı etkiler mi ? Vahşi kapitalizmin sonu mu geliyor ? gibisinden onlarca soru her gün medyanın en çok izlenen programlarının öznesi oluyor. “-meli” ve “-malı” ekleri ile bezenmiş binlerce cümlecik, bazen sakince, bazen de – en azından ülkemizde – kızgınlıkla harmanlanmış umutsuzlukla, sarf ediliyor, birileri duyar , birileri anlar diye…
Ekonomi tartışmayı sevmem, zaten bilgi birikimim de konuyu öyle derin sulara götürmeye yetmez. Bu hafta, ekonomik krizin, PKK terörünün, ABD’deki seçimlerin ve bu gibi bir sürü flaş haberin arasında çok ta öne çıkmayan Avusturya seçimlerini konu etmeye karar vermiştim. Aşırı sağın göstere göstere gelip % 30’luk bir oy patlaması yaparak, bir Avrupa ülkesinin yönetimine ortak olduğu seçimleri, ve bunun batı dünyasında olabilecek yankıları hakkında yazacaktım ki, seçimin galiplerinden, George Haider bir araba kazasında yaşamını yitirdi…
1950 doğumlu Haider’in meslekten ayakkabıcı olan babası bir SA üyesi idi. Henüz Almanya Avusturya’yı ilhak etmeden önce Alman ordusunda askerlik yapmış daha sonra da savaşta düşük rütbeli bir subay olarak görev almıştı. Hafta sonu 90. yaşını kutlayan annesi ise bir Nazi kadın örgütünün yöneticisi idi… Dolayısı kendisinin nereden etkilendiğini, sosyal – siyasi görüşlerinin kimlerden ilham aldığını anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok.
Haider’i takip eden gazeteciler ve araştırmacılar, 1999 yılında “Özgürlük Partisi” ile % 28 oy almasını, Hitler’in yükselişine benzetiyorlar. 1986’da partisini ilk kurduğunda yalnızca %5’lik bir oy almıştı. Kendisini kimse desteklemiyordu. Ancak halkın popüler duygularına hitap etmesi zaman içinde siyasi anlamda olgunlaşmasını sağladı. Viyana Üniversitesinden Prof. Herbert Gottweis’a göre burada esas olan Haider’in siyaseten dürüst olup olmaması değildi. Zaten politikaya bulaşıp ta “doğru” olan pek yoktur. Zor bir sanattır siyaset, ve halkın söylemek istediklerine tercüman olanlara, duymak istediklerine vurgu yapanlara kapılarını açar, onları sahnede ön sıralara taşır. Haider de bundan nasibini aldı, tıpkı Hitler gibi…
Haider, Hitler’in sosyal politikalarını yanlış olmadığını ifade etmişti defalarca. Nazi toplama kamplarını suçlu kampı kıvamına indirgemiş, buradaki vahşi uygulamaları yapan SS’leri ise saygıdeğer kişiler olarak tanımlamıştı. Basına verdiği mülakatlarda, özellikle de son seçim kampanyası öncesinde öyle olmadığını söylüyordu, ancak hiç şüphe yok ki, yabancı düşmanlığı ve Avrupa Birliğine karşı amansız duruşu bağlamında, o ırkçı bir faşistti.
Kuvvetli hitap yeteneği ile toplumdaki korkuları depreştiren, belirsizlikleri körükleyen, farklılıkları ustaca parlatan bir retorik geliştirmişti. Seçimlerden hemen önce verdiği mülakatlarda, siyasi rakiplerinin ( örneğin muhafazakar eğilimli Halk Partisinin ) devlet makinesini kendi lehine işletmek istediğini söylüyor, partisinin halkı böylesi bir durumdan kurtarmak için seçimlerde şans aradığını ifade ediyordu. Haider ve partisi reformları ve yenilenmeyi bloke eden fosilleşmiş yapıya savaş açmıştı. Kendisi bu anlamda ne solda ne de sağda bir partiyi temsil etmiyordu. “Modern” olarak sıfatlandırdığı bir siyasi oluşum ile seçimlere katılıyordu.
Benzer değinmeleri bundan seneler önce Hitler de yapmamış mıydı ? Kendisi gibi düşünmeyenleri tasfiye etmiş, muhalif partileri sindirmişti. Haider bu kadar ileri gidemezdi şüphesiz. Birçok badireden geçmiş, bu tip senaryoların en kötülerine sahne olmuş Avrupa buna izin vermezdi, muhtemelen. Ancak yine de, örneğin camilerin açılmaması gerektiğini, yabancıların sıkı bir denetim altında yaşamaları gerektiğini alenen söylüyor ve bunu “yabancı düşmanlığı” şeklinde değil de “ulusunu sevmek” olarak adlandırabiliyordu.
Haider antisemit miydi ?
Bir Yahudi olan eski Viyana Anayasa Mahkemesi baş yargıcı Dr. Ludwig Adamovich hakkında sarf ettiği sözlere bakarak bu soruya anlam yüklemek belki mümkün olur :
“Birinin adı Adamovich olunca, bu kişinin geçerli bir ikamet belgesi olup olmadığına bakmak gerekir…”
(*) Başlık The Economist’ten alınmıştır.