Geçtiğimiz Cuma gecesi geç saatlerde Venezuella’nın en eski sinagoguna bazı kişilerce saldırıda bulunulduğu, güvenliği sağlamakla yükümlü iki görevlinin, sayıları on beş kişi kadar olan saldırganlar tarafından etkisiz hale getirildiği, bazı dini objelerin tahrip edildiği, ve duvarlara “Burada katilleri istemiyoruz”, “Yahudiler Defolun” şeklinde yazılar yazıldığı, haber kaynaklarında yer alıyordu…
Venezuella, uzun süredir Başkan Chavez’in Amerikan aleyhtarı dış siyasetine koşut, Ortadoğu politikasını İran eksenine oturtmuş, İsrail karşıtı eğilimlerini özellikle son Gazze savaşı esnasında diplomatik ilişkileri kesecek dereceye getirmiş bir ülke. Bölgeden uzak olması, Venezuella’nın tek taraflı aldığı bu kararın etkilerini elbette sınırlı kılacaktır. Neticede iki ülke arasındaki ikili ilişkiler ne İsrail - Filistin yakınlaşmasını sağlayacak , ne de burada yaşanan drama son verecek karakterde…
Ancak gelin görün ki, siyasi kararların sosyal çıkarımları bazen ürkütücü olabiliyor. Böylesi kararlardan destek alan insan topluluklarının yaptıkları saldırılar sosyal barışı bozabiliyor, uyum içinde yaşayan toplumun temelini dinamitleyebiliyor…
Büyük Savaşın efsanevi liderlerinden Winston Churchill’in, savaştan sonra ülkesinin Almanya ile ilişki kurup kurmayacağını soran bir gazeteciye verdiği cevap milletler arası diplomasinin nasıl yürüdüğünü tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor: “Uluslararası ilişkilerde dostluklar yoktur, karşılıklı menfaatler vardır…”
Bu aşamada, Gazze’de yaşananlar esnasında Türk – İsrail ilişkilerinde gözlenen tansiyonu analiz ederken bu noktadan hareket etmek gerek. Elbette Türk – İsrail ilişkileri Venezuella modeline hiç benzemiyor. Bölgenin iki demokrasisinin, yüzünü çoğulculuğa dönmüş iki ülkesinin birbirinin varlığına ciddi bir şekilde gereksinimi var. Bu birlikteliğin dinamizmi bölgedeki kırılgan barışın daimi olmasına güç verecektir, şüphesiz.
Hatırlamak adına : İsrail 2005 yılı yaz aylarından itibaren Gazze’den tek taraflı çekildi. Bu çok doğru bir karardı ! Hem bölgede yaşayan yerleşimciler hem de ordu buraları terk etti ve kontrolü tamamen Filistin yönetimine bıraktılar. O dönem tüm dünya İsrail’in bu kararını alkışladı. Tabii ki, bu gelişmeler Türkiye tarafından da sonuna dek desteklendi.
Ancak, “ikili ilişkilerde alınan kararlar – hayırlı dahi olsalar – mutlaka muhatapları tarafından benimsenmeli, onaylanmalı” diyenlerin haklılıkları, ne yazık ki, aylar sonra ortaya çıktı.
Hamas’ın bir siyasi kuvvet olarak parlamenter seçimleri kazanması ertesinde İsrail’i tanımayacağını açıklaması, ardından Filistin’li gruplar arasında benzeri görülmemiş bir dizi çatışmanın sonrasında Gazze’nin idaresinin Hamas’a geçmesi, bu örgütün gündelik yaşantıda politikayı bir araç olarak görmemesi, Gazze halkının hiç de hak etmediği kanlı saldırılara maruz kalması sonucunu getirdi.
Gönül isterdi ki, Hamas, tıpkı El Fetih’in Yaser Arafat yönetiminde yaptığı gibi, İsrail’in meşru varlığını kabul etsin (ki bu kabul aslında Filistin Özerk Yönetimini bağlar nitelikte olmalıydı), Filistin idaresi, Gazze’de ve Batı Şeria’da binbir zorluk içinde yaşayan – Müslüman veya Hıristiyan - halkın refahı için tek vücut olabilsin…
Gönül isterdi ki, İsrail askeri yollara baş vurmadan önce tüm diplomatik yolları denesin, denediyse de bunu dünya kamuoyuna doğru ve açık bir şekilde anlatabilsin…
Gönül isterdi ki, kah kendilerini yönetenlerin tasarruflarından, kah İsrail ordusunun saldırılarından bunalan halk, geleceğini doğru şekilde sorgulayabilsin ve hakkında alınan karalara ortak olabilsin…
Bunların bugüne dek gerçekleşmemiş olması, yarın gerçekleşemeyeceği anlamına gelmiyor elbette. Neticede, bölgede siyasetin getirdikleri her gün yeni bir çehreye bürünebiliyor. İnsanları rahatlatan, hala Gazze’den İsrail’in güneyine roketlerin atılıyor olmasına rağmen, sıkıntılı da olsa, ateşkesin devam etmesi. Hele hele Hamas’ın bir yıl sürecek bir ateşkesi kabul edebileceğini açıklaması anlamlı. Her ne kadar Gazze’de Hamas’ın kontrolü dışında faaliyet gösteren bazı grupların olduğu biliniyorsa da, bunların da “ağabey” leri gibi hareket edeceğini ummak insanı rahatlatıyor.
İleride tarih, Ocak 2009’ta Ortadoğu ekseninde yaşananları yargılarken bir yanlışlıklar tragedyası olarak mı anacak, yoksa taşların yerli yerine oturmasına yol açan talihsizlikler olarak mı ! Bekleyip görmek gerek. O zamana dek de, bölgeye barışın, refahın hakim olması adına herkesin üstüne düşeni yapması şart… Birbirini doğru anlayarak…